Prof. Dr. Seçil Özkan: 2021’de başka bir virüsle de karşı karşıya kalabiliriz

Yazan Hatice Pala Kaya
23 Haziran 2020   |    29 Haziran 2020    |   Kategori: Sağlık Gündemi Print

Türkiye’de koronavirüs (covid-19) enfeksiyonu salgınında alınan önlemler sonucu günlük hasta ve can kaybı sayısı hızla azalırken kontrollü normalleşme dönemi başladı. Ancak endişeler arttı. Yeni vaka sayısı yükselişe geçti ve iyileşen hasta sayısının üzerine çıktı. Peki bu hep sözü edilen “ikinci dalga” anlamına mı geliyor? Medikal Akademi Ankara Temsilcisi Hatice Pala Kaya’nın sorularını yanıtlayan Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Öğretim Üyesi ve Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Seçil Özkan, bunun nispi artış olduğunu, birinci dalganın devam ettiğini ancak kurallara uyulmazsa “ikinci bir pik” tehdidi anlamına geldiğini vurguladı.

Toplumda korunma kurallarına uyum konusunda ciddi eksiklikler olduğuna işaret eden Prof. Özkan, dikkat çekici uyarılarda bulundu: ”Kurallar yaşam tarzımız haline gelmedi, özellikle maske takmakta sorun yaşanıyor. Sadece korunmamaktan kaynaklı riskler değil, eğer birinci dalgada başarılı sonuçlara ulaşılamazsa, Ekim ayında gelecek influenza vakaları ile covid-19 enfeksiyonunun birleşerek hastalığın daha ağır geçirilmesi söz konusu olabilir. Ayrıca Çin’de yeni bir virüs görüldü.”

Koronavirüs REHBERİ: Nasıl bulaşır? Belirtileri, korunma yöntemleri ve tedavisi

Normalleşme sürecine bağlı olarak günlük vakalar beklenen hızda azalmadı. Hatta vaka sayısında bazı bölgelerde yeniden artışlar görülüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Genel tabloyu değerlendirir misiniz?

Prof. Dr. ÖZKAN: 11 Mayıs’ta yeni normal dönem için bir adım attık, ayrıca 1 Haziran’da oldukça geniş bir adım attık. Yaklaşık 22 Mayıs’tan beri vaka sayısı olarak 900-1000 bandında ilerliyorduk, 1 Haziran’da da bu devam etti. 1 Haziran’daki bu yeni adımların etkisini 14 ve 21. günde zaten bekliyorduk. Her ne kadar topluma kurallara uyun desek de, uyulmuyor, bulaş oluyor. 13 Haziran’dan itibaren de vaka sayısı olarak 1000’in üstüne çıkmaya başladık. Ben biraz bu şekilde gideceğini düşünüyorum.

Şu anda ikinci dalgaya geçiş aşamasında mıyız?

Prof. Dr. ÖZKAN: Şu anda tam da bilinmez dönemdeyiz. Kontrol mekanizması güçlenirse, bir üç-dört gün daha vaka sayısı artıp, sonra tekrar düşüşe geçebilir. Ama kontrollü yaşam tarzını benimsemezsek, yukarıya doğru çıkabiliriz. Yani ikinci bir pik yaşayabiliriz. Aslında birinci dalga daha bitmedi, sona ulaşmadık. Umarım yaşamayız ama ikinci bir pik olabilir. Bu artışın birkaç gün daha aynı gidip sonra tekrar düşüşe geçmesini bekliyorum. Burada da toplumun davranışı çok önemli.

Sosyal mesafe, maske ve el hijyenine uyarsak ve bulaşımızı azaltırsak başarılı oluruz. Salgının ilk başlangıcında vakaların yüzde 60’ı İstanbul’daydı ve İstanbul çoğunluğu oluşturuyordu fakat şimdi diğer illerde de vakalar var. 42 ilde ve en son İstanbul, Ankara ve Bursa’ya maske zorunluluğu ile cezai sorumluluk getirildi. İl Hıfzıssıhha Kurulları taziye, kutlama gibi şeyleri yasakladı. Bunları da yapabilirsek, rakamlar biraz aşağıya düşer ve düşüşe devam ederiz diye umutluyum ama bugünler çok önemli.

Pandemide ikinci dalga gelirse, şiddeti ne boyutta olur?

Prof. Dr. ÖZKAN: Eğer ikinci dalga olursa, düşük seyredeceğini düşünüyorum. Çünkü artık sağlık personeli, toplum, sistem, neler yapılacağı da belli olduğu için çok hazırlıklıyız. Diğer ülkelere bakıldığında onların da bu ikinci pikleri hep daha düşük, daha erken kontrole alındığı için sanıyorum. O nedenle daha düşük olacaktır.

Yeni normale toplumun uyumunu nasıl görüyorsunuz? Sosyal Mesafe, el yıkama, maske kullanımı konusunda Türk halkı en çok hangi tedbiri önemsiyor?

Prof. Dr. ÖZKAN: Aslında bu konuda küçük bir çalışma yapmıştık, elimizde bununla ilgili verilerimiz var. Toplum aslında ne zaman el yıkaması gerektiğini, ne zaman maske takması gerektiğini, sosyal mesafenin önemini hepsini biliyor ama uygulamada bunu yapamıyor ya da yapmak zoruna gidiyor veya bir şey olmaz moduna giriyor.

Prof. Dr. Mustafa Araz: Yoğun bakımda yatan ağır COVID-19 hastalarının %80’i obez!

Biz buna tam olarak davranış değişikliği oluşmadı diyoruz. Yani yeni normal dönemde insanlar bunu yaşam tarzı haline getiremedi. Aklına geldikçe yapmaya çalışıyor ama çoğunlukla aklına gelmiyor ya da maske onu bunaltıyor. O bunalma hissi yapması gerekenden daha baskın hale geliyor ve maskeyi çıkarıyor ya da çenesinin altına çekiyor. Davranış değişikliğinde işte bu süreci aşmamız gerekiyor.

Yaptığımız çalışmada el yıkama konusunda vatandaşlarımız çok iyi durumda. En çok el yıkamayı önemsemişler. Gözlemlere göre söyleyecek olursam, sosyal mesafe kuralını biraz daha az önemsiyorlar. Çünkü insanlar hala sarılıyor, öpüşüyor. Akdeniz iklimi insanıyız ama o davranışları biraz aşmak gerekiyor. Maske konusunda ise yanlış kullanım çok yaygın, bu konuda sıkıntılıyız gerçekten.

Havalardaki sıcaklık artışı maske kullanımını nasıl etkiler?

Prof. Dr. ÖZKAN: Hava sıcaklıkların artması nedeniyle maske kullanımı daha da azalabilir. Onun için de şunu tavsiye ediyorum, kalabalık ortama girmezseniz mesela; ofiste veya bulunduğunuz yerde tek başınaysanız ve açık havadaysanız, iki metre uzaktaysanız rahat davranabiliyorsunuz ama otobüse veya dolmuşa maske takmadan binerseniz, hava ne kadar sıcak olursa olsun büyük risk olur.

Çünkü bu şekilde bulaşı çok yüksek hastalığın. Evet, toplum davranışı açısından maske kullanımı azalabilir ama ben toplumumuzun biraz daha farkındalık kazanıp, bu mücadelede daha motive olması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda il pandemi kurulları ve hıfzıssıhha kurulları yoğun çalışıyor, yeni önlemler de gelirse bu farkındalık artacaktır.

Vatandaşları bu konuda sadece eğitmek yeterli mi yoksa yaptırım da gerekli mi? Mesela; bütün illere maske zorunluluğu getirilmeli mi?

Prof. Dr. ÖZKAN: Bilimsel olarak da bunu söyleyebilirim, eğitim tek başına yeterli olmuyor. Çünkü insanlara imkan vermek yanında zorunluluk da getirmek gerekiyor. Mesela; insanlara sürekli fiziksel aktivite yapmaları konusunda tavsiyelerde bulunuyoruz fakat insanların fiziksel aktivite yapacak yeri, kaldırımda bile yürüyecek yeri yok. Yani imkan vermiyorsunuz. Çocuklara diyoruz ki, okulda elini su ve sabunla yıkayacaksın. Okula gidiyorsunuz, su akmıyor, sabun yok. Çocuk biliyor ama yapamıyor. Şunları yapın derken, imkan da vermemiz gerekiyor.

Prof. Dr. Kocabaş: Koronavirüs, ileri yaştaki astımlılarda daha ağır seyredebilir

Özetle şunu demek istiyorum -ki biz bilim kurulunda rehberi böyle yazdık- dolmuşlar, otobüsler yarı kapasite ile çalışacak, asansöre üçte bir kapasite ile binilecek vs. ama kişiler binecek dolmuş bulamıyorsa, otobüs bulamıyorsa -ya da şu an benim çalıştığım hastanenin asansörleri aşırı kalabalık olmaya başladı- imkanlar yetmiyorsa, bu tür imkanlar sunamıyorsanız, vatandaş maskeyle binecek ama o sıkışıklıkta 15 dakikanın üzerinde kaldığı ortamlarda risk taşıyacak.

İnsanlara yapmaları gerekeni söylerken imkan ve ortam da sağlamamız gerekiyor. İkincisi de, imkan ve ortam sağladık, kuralları uygulamaya soktuk, uyarılarda bulunduk. Yine de kişiler yapmıyorsa o zaman müeyyide getirmek gerekir.

Vaka sayısındaki artış devam ederse tedbirlerin tekrar getirilmesi söz konusu olabilir mi?

Prof. Dr. ÖZKAN: Tabii ki olabilir çünkü bütün ülkeler bunu yaptı. Toplu alanların kısıtlaması ile başlayarak, tedbirler geri getirilebilir. 27-28 Haziran’da üniversite sınavı var ve bu sınava iki buçuk milyon öğrenci giriyor. Bu öğrencilerin yanında velileri vs. olduğunu da düşünürsek, o sınavların olduğu gün kısıtlı bir sokağa çıkma yasağı olacak mesela. Çocukların bulunduğu salonlarda camlar açılacak, gürültü olmaması açısından bu tedbirler alınacak.

Eğlence mekanlarının açılması, nikahlar, düğünler, sınavların yapılması vs. bunlar tehdidin büyümesine neden olur mu? Riskli buluyor musunuz?

Prof. Dr. ÖZKAN: Yaşadığımız süreçte bu davranış uygulamalarını kazanacağız. Maskesiz sokaktaysak, kendimizi rahatsız, bir şeyimiz eksik gibi hissetmemiz gerekiyor. Birisiyle konuşurken ona yaklaşıyorsak, rahatsız olmamız, mesafe sınırını aştığımızı hissetmemiz lazım. Nasıl ki, karanlıkta esnerken ağzımızı kapatıyorsak, aynı bunun gibi bir davranış değişikliği geliştirmemiz gerekiyor. Başkası için değil, bunu kendi içimizde hissetmeliyiz. Eğer yapabilirsek, davranış değişikliğini kazanmış olacağız. Toplum yapması gerekenleri kazansın diye kademeli bir geçiş uygulaması yapıldı.

Prof. Dr. Eyüboğlu: Koronavirüs enfeksiyonu sigara içenlerde daha ağır seyredebilir

Ayrıca Temmuz, Ağustos, Ekim’de ne olacak, bilmiyoruz. Komşularımızda hala vaka var, Çin’de yeni bir virüsten bahsediliyor. O nedenle 2021’de başka bir virüsle de karşı karşıya kalabiliriz. O zaman bu davranış tarzlarını, kendi sağlığımızı korumayı öğrenmemiz gerekiyor. Yoksa evlerimizde ne kadar kalacağız, bir yıl mı, iki yıl mı evde oturacağız…

Toplumda kaygı tamamen yok olmuş gibi bir görüntü var. Bunun nedenleri nedir, sizce toplum önlem yorgunluğunu mu yaşıyor?

Prof. Dr. ÖZKAN: Evet, önlem yorgunluğu doğru. Salgının başında kişilerde yüksek bir risk algısı oluştu. Bu risk algısı ile evde kalalım, 65 yaş üzeri sokağa çıkmasın gibi tedbirlerle hep beraber bunu yaptık ama bu sırada insanlarda bir gerginlik de oluştu. Televizyonda akşama kadar Covid-19 seyrettik.

Dışarı çıktığımızda maske takacağız, el yıkayacağız, sosyal mesafeye uyacağız derken, tedbirleri birden geri çekmeye başladık ya şu işyerleri açılıyor, buralar açılıyor derken, beynimize aslında bunu kabul ettiriyoruz davranış psikolojisi olarak. Aslında hastalığı arkaya atmaya, inkar etmeye başladık. Bunu da kendi kendimize kafamızda destekledik; her yer açılıyor, demek ki her şey iyi gidiyor ya da vaka sayısı düştü, her şey iyi gidiyor. Bir inkar durumuna geliyoruz.

Aslında önlemlerden yorulduğumuz için kaçışa geçiyoruz. Bunu yapmamak lazım çünkü bir vaka bile vakanın artacağını bize söyleyebilir. O yüzden her dakika tetikte olmalıyız. Önlem yorgunluğu yaşıyoruz fakat bu önlem yorgunluğu ve tetikte olmayı daha fazla hissetmemek için bu davranışları yaşam tarzı haline getirmemiz gerekiyor. Çünkü 2021-2022’de ne ile karşılaşacağımız belli değil. Ekim’de influenzanın görülme sıklığı artıyor, beraber enfeksiyon yapabilirler. Böyle riskler de var.

Temelde söylemek istediğim şey; artık bu yaşam tarzına alışmamız gerekiyor. Çünkü anladığım kadarıyla artık hayat böyle olacak. Sadece corona değil, yeni virüsler de çıkabilir. Çocuklarımızın da bunu öğrenip, alışması gerekiyor. Aslında bazı şeyleri de kaybetmiştik. Eskiden misafir gelirdi, kolonya dökerdik, bunu sonradan yok ettik. Halbuki çok güzel bir alışkanlık ve bizim kültürel özelliklerimizdi.

Eskiden bulaşıcı hastalıklar çok fazlaydı, bunları o yüzden yapardık. Verem, tifo gibi hastalıklar vardı, sonradan görmemeye başladık. Onlar bitiyor, yeni bulaşıcı hastalıklar oluyor. Biz bunlara yeni ve yenilenen bulaşıcı hastalıklar diyoruz. Bu süreçte daha fazla kontrollü yaşam tarzına dönmemiz gerekecek. Böyle yaşamaya alışmalıyız.

Salgının kontrol altına alınması esas olarak tedavi edici sağlık hizmetleriyle mi (aşı, ilaç vs.) yoksa toplum düzeyinde alınacak önlemlerle mi mümkün olabilir?

Prof. Dr. ÖZKAN: Salgını kontrol altına alabilmemiz için eğer sadece tedaviye odaklanırsak şöyle olur; toplumda insanlar sürekli hastalanır, biz onları hastaneye götürürüz, tedavi ederiz sonra yenileri gelir. İnanılmaz bir maliyet, insan gücü kaybı ve hasta olanlardan ölümler ve sekeller kalabilir. Aynı şöyle; siz bir yeri temizliyorsunuz, birisi de size kova kova su döküyor onun gibi. Ne yapmamız lazım, o kova kova su dökmeyi engellememiz lazım. Koruyucu hizmetler önemli burada. Aşı bulaşıcı hastalıklarda çok önemlidir, çok güzel bir koruyucu önlemdir ama Covid-19’un aşısı şu anda hala yok.

Koronavirüs (COVID19) enfeksiyonu tanısı alan hastalara müdahale ve tedavi yöntemleri

Aşı yoksa, bu tür bulaşıcı hastalıklarda zinciri kırmak için sağlıklı kişinin korunmasında başka önlemler alırız. Covid-19 da damlacık yolu ile bulaştığı için mesafe, maske, el hijyeni en önemli önlemlerdir. Bir diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise bağışıklık sistemimizi güçlendirmek. Sağlıklı yaşam dediğimiz özellikleri taşımamız gerekiyor. Yeterli ve dengeli beslenme, sağlıklı uyku ve hareket çok önemli. Fiziksel aktivite özellikle günde yarım saat yürüyüş immün sistemimizi inanılmaz güçlendiriyor.

Aşı ve ilaç gecikirse, en kötü senaryo ne olur?

Prof. Dr. ÖZKAN: Aşı üretilir fakat koruyuculuğu çok iyi olmayabilir, biz buna aşının etkinliği diyoruz. Etkin olmayabilir aşı. En kötü senaryoda; aşı olmazsa ya da koruyuculuğu olmazsa, elimizde tedavimiz de yoksa koruma önlemlerini hayata geçirerek toplumda Covid-19 hastalığı olur, biz de korunarak yaşamaya çalışırız.

Koronavirüse karşı bağışıklık oranlarını verecek antikor testleri ile ilgili çalışma başladı. Bu çalışmanın amacı ve önemi nedir?

Prof. Dr. ÖZKAN: Bu çalışma, tüm yaş gruplarını kapsıyor ve 153 bin kişilik bir örneklem belirlendi. Bu tip çalışmalarda hep şu soruluyor; niye herkese yapılmıyor? 83 milyona yapılması gerekmiyor çünkü. Bu çalışmanın amacı, hastaları bulup, tedavi etmek değil. Tabii ki hasta bulursanız, tedavi edeceksiniz ama o bir yan çıktı. Bu çalışmanın esas amacı burundan girilerek sürüntü alıyoruz, PCR çalışıyoruz.

Koronavirüs (covid19) tespit edilen hastalara yaklaşım ve tedavi nasıl olmalı?

Burada antijen pozitifliğini bulmayı amaçlıyoruz. Yani bu sürüntü ile hastaları bulacağız. Belirtisiz hastalar da var çünkü. Böylece onları da yakalamış olacağız. Bir diğeri de damardan kan alınarak, kanda da antikor çalışacağız. Bu da bize hastalığı o kişinin geçirip geçirmediğini gösterecek. Antikoru varsa, bu kişi hastalığı geçirdi diyeceğiz.

Çalışma bize ne sağlayacak? Diyelim ki toplumumuzun yüzde 60’ı-70’i antikor pozitif çıkarsa, çok iyi diyeceğiz hatta bu rakamlar için salgında “Salgın artık kontrol altında, bitti bu iş” deriz. Sizin tahmininiz ne yönde antikor pozitif çıkması ile ilgili?

Prof. Dr. ÖZKAN: İsveç yaptı bu çalışmayı, yüzde 7 buldu. Diğer ülkelerde de yüzde 3-5 civarında. Onun için ülkemizde yüzde 60-70 çıkması mümkün değil. Türkiye’de de maksimum yüzde 3 ile 5 arasında bir oran çıkar diye tahmin ediyorum. Bu çalışma Türkiye’nin bağışıklık haritasını çıkartacak diyebiliriz.

Çalışmanın ne kadar sürede tamamlanması hedefleniyor?

Prof. Dr. ÖZKAN: 153 bin haneye gidilip, her haneden rastgele bir örnek alınacak. 15 günde veri toplama bitecek. Veri toplamadan sonra hem aynı zamanda hem de ardı sıra geliyor laboratuar çalışması. Laboratuar çalışması, verilerin analizi derken Haziran sonuna rakamları görebiliriz.

Antikor testleri güvenli mi? Testlerin, vücudunda antikor olmayan kişiler için de pozitif sonuç verdiği durumlar olabilir mi?

Prof. Dr. ÖZKAN: Burada elisa testi kullanılıyor ve elisa testleri bu anlamda çok güvenli. Çok küçük çarpraz reaksiyonlar çıkabilir ama onlar göz ardı edilebilecek değerler. Kişide antikor varsa, kesinlikle tespit ediyor. Esas PCR testleri için antijeni bulması noktasında yüzde 60, yüzde 70 buluyor, her zaman pozitif çıkmıyor diyoruz. Kanda antikor testleri, elisalar çok güvenilir.

Bu yıl kongreler, toplantılar salgın nedeniyle iptal edildi ve online hale geldi. Pek çok etkinlik ve toplantı da eylül-ekim dönemine ertelendi. Kongrelerle ilgili bilim kurulu nasıl bir tavsiye kararı vermeyi planlıyor?

Prof. Dr. ÖZKAN: Şahsi görüşüm, online olarak devam etse iyi olur fakat bilim kurulu bu konunun daha konuşmak için bile erken olduğuna karar verdi. Önümüzdeki günlerde rakamlar önemli. Eğer yine düşüşe geçersek, mesela; 30 kişilik toplantı, 50 kişilik toplantı şeklinde açılabilir. İşler yolunda giderse, giderek büyütülerek, o şekilde açılabilir. Birden kongreleri açıyoruz, serbest bıraktık demek benim kişisel görüşüme göre doğru bir şey değil.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla