
Dünya genelinde diyabet sıklığı artarken, hastalığın göz sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri de giderek daha fazla gündeme geliyor. Diyabetin en kritik komplikasyonlarından biri olan diyabetik retinopatinin çoğu zaman belirti vermeden ilerleyerek, ciddi görme kaybına yol açabildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Veysel Cankurtaran, düzenli göz muayenesinin gerekliliğini vurguladı ve erken teşhis ile sıkı takibin büyük önem taşıdığını söyledi.
Rafine gıdaların, obezite artışının ve uzayan insan ömrünün diyabet görülme sıklığını etkilediğini belirten Dünyagöz Ankara Hastanesi’nden Doç. Dr. Veysel Cankurtaran, “Diyabet, vücutta damar olan her yeri etkileyebilen bir hastalık. Eskiden makrovasküler ve mikrovasküler diye ayırırdık ama bugün biliyoruz ki birçok organda hasar yaratabiliyor. Göz de bunlardan biri ve sanıldığı gibi nadir değil, özellikle düzensiz ve uzun süreli diyabeti olan hastalarda çok sık görülüyor” dedi.
Diyabetin sadece gözü değil kalp, böbrek ve sinir sistemini de etkileyebileceğini hatırlatan Doç. Dr. Cankurtaran şu değerlendirmeyi yaptı: “Diyabette bir hastanın ne kadar uzun süre bu hastalıkla yaşadığı ve bu süreçte kan şekerinin ne derece kontrol altında olduğu belirleyicidir. Hemoglobin A1c’nin yüksek olması ya da günlük kan şekerinin sık sık yükselmesi komplikasyonları hızlandırır. Üç aylık ortalama şeker dediğimiz hemoglobin A1c’nin 7’nin altında olmasını istiyoruz.
Normal sağlıklı bireylerde bu değer 5,5 civarındadır. Elbette herkes 5,5’a ulaşamayabilir ancak komplikasyonlardan korunmak için en azından 7’nin altında olmalıdır. Bunun yanında gün içinde sürekli dalgalanan kan şekeri istemediğimiz bir durumdur. Böyle dalgalanmalar diyabetik komplikasyonları tetikleyen en ciddi faktörlerden biridir.”
Toplumda diyabet ve diyabetik retinopati farkındalığının hâlâ istenilen düzeyde olmadığını, özellikle Tip 2 diyabetin yıllarca fark edilmeden ilerleyebildiğini belirten Cankurtaran, “Tip 2 diyabette hastalar bazen 5-10 yıl boyunca 200-250 mg/dl gibi yüksek kan şekeri değerleriyle yaşayıp, bunun farkında olmuyor. Bu süre zarfında hastalık retinayı etkileyebiliyor ve kişi bize doğrudan komplikasyonla gelebiliyor” diye konuştu.
Tip 1 diyabette ise durumun farklı olduğuna değinen Doç. Dr. Cankurtaran, insülin eksikliğinin hızlı bir şekilde tanı konmasını sağladığını, Tip 1 diyabetlilerin hastalığı erken fark ettikleri için avantajlı olsa da genç yaşta hastalık ortaya çıktığı için diyabetle yaşamak zorunda oldukları süre açısından dezavantajlı olduklarını anlattı.
Diyabetik retinopatinin iki aşamada ilerlediğini belirten Cankurtaran, non-proliferatif evrede hastalığın kontrol altında tutulabileceğini belirterek, “Yavaş yavaş diyabetin etkilerinin başladığı bu evrede mikroanevrizmalar, küçük kanamalar görülebilir. Düzenli takip ve iyi şeker kontrolü ile yıllarca bu aşamada kalmak mümkün. Ama hasta düzensiz kan şekerine devam ederse, zaman içerisinde proliferatif evreye dönüşebilir” bilgisini verdi.
Körlüğe karşı Diyabetik Retinopatiden korunmak için yılda bir göz kontrolü
Proliferatif evrede ise kanama ve retina dekolmanı gibi ciddi sorunların gelişebildiğini, ek hastalıkların süreci hızlandırdığını ifade eden Doç. Dr. Cankurtaran, “Hipertansiyon, hiperlipidemi ve böbrek yetmezliği olan hastalar çok daha hızlı kötüleşiyor” dedi.
Cankurtaran, özellikle Türkiye’de takip uyumunun Batı ülkelerine kıyasla daha düşük olduğuna dikkat çekerek, “Proliferatif evreye giren hastayı mümkünse tedavi ediyoruz. Çünkü hastalar her zaman kontrole gelemiyor” diye konuştu.
Doç. Dr. Veysel Cankurtaran, güncel tedavi seçeneklerini üç ana başlıkta değerlendirdi. Tedavide anti-VEGF iğnelerin, argon lazerin ve ileri vakalarda vitrektomi cerrahisinin kullanıldığını kaydeden Cankurtaran, göz içi iğnelerin steril ameliyathane ortamında uygulanması gerektiğini vurguladı.
Türkiye’de kullanılan dört anti-VEGF ilacı olduğunu belirten Doç. Dr. Cankurtaran, bunların bevacizumab, ranibizumab, aflibercept ve yeni çıkan faricimab (Vabysmo) olduğunu kaydetti. Yeni ilacın daha geniş reseptör etkisiyle öne çıktığı bilgisini verdi.
Argon lazerin, proliferatif evrede retinanın iskemik bölgelerini tedavi etmek için kullanıldığını dile getiren Doç. Dr. Cankurtaran, işlemin poliklinik şartlarında yapılabildiğini ve hastaların genellikle iyi tolere ettiğini açıkladı.
İğne ve lazer tedavisine yanıt alınamayan veya kanama ve retina dekolmanı gelişen hastalarda cerrahiye başvurulduğunu belirten Doç. Dr. Cankurtaran, “Pars plana vitrektomi ile gözün içindeki vitreus ve çekintiler temizlenir” dedi.
Retina nedir? Yırtılması nasıl önlenir? Hastalıkları ve tedavisi
Diyabet tanısı konan hastaların gecikmeden göz hekimine yönlendirilmesi gerektiğinin, diyabetik retinopatinin diğer organlarda da hasar olabileceğinin bir göstergesi olduğunun altını çizen Doç. Dr. Cankurtaran, “Bu hastalarda nefropati ve nöropati görülme olasılığı yüksektir. Bu nedenle multidisipliner yönetim şarttır” ifadelerini kullandı.
Diyabetik retinopatide takip süreçlerinin kişiye özel belirlendiğini, erken non-proliferatif evrede hastaların yılda bir kez muayene edilmesi önerilirken, ileri evre veya proliferatif dönemde en az altı ayda bir kontrol gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Cankurtaran, komplikasyon gelişen hastalarda ise üç ayda bir göz muayenesinin yapılmasının tavsiye edildiğini anlattı.
Diyabetik retinopatinin yönetiminde en büyük yanılgının “tedavi oldum, bitti” düşüncesi olduğuna işaret eden Doç. Dr. Cankurtaran, şu uyarılarda bulundu: “Diyabet devam ettiği sürece retinopati ilerleme potansiyelini sürdürür. Kan şekeri kontrolsüzse, yapılan her tedavi bir yerden doldurup diğer yerden boşaltmaya benzer. Bu nedenle hasta, kendine düşen sorumlulukları yerine getirmeli hekim ve endokrin uzmanı ile birlikte disiplinli bir takip süreci yürütmelidir. Diyabetik retinopatide en büyük iyileştirici faktör, hastanın kendi disiplinidir.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?