
Sedef hastalığında tedavisinde son yıllarda çok önemli gelişmeler sağlandığını belirten Prof. Dr. Ertan Yılmaz, yeni nesil tedavi ajanları sayesinde hastaların artık “sedefsiz bir hayat” sürdürebildiğini söyledi. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’de de kullanıma giren biyolojik ajanların sedef tedavisinde çığır açtığını vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, bu ilaçların hastalar için ulaşılabilir durumda olduğunu hatırlattı.
Türk Dermatoloji Derneği Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertan Yılmaz, 29 Ekim Dünya Sedef Hastalığı Günü kapsamında Medikal Akademi Ankara Temsilcisi Hatice Pala Kaya’nın sorularını yanıtladı ve sedef hastalığı (psoriasis) ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Sedef hastalığının otoinflamatuar özellik taşıyan kronik bir rahatsızlık olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yılmaz, dünya genelinde toplumun yaklaşık yüzde 2’sinde görüldüğünü, Türkiye’de de benzer oranda olduğu bilgisini verdi. Yılmaz, “Bu hastalık kronik seyirlidir, tıpkı tansiyon ya da diyabet gibi düzenli tedavi gerektirir. Sedefli bireylerin hastalığı içselleştirmesi gerekir ama kader gibi değil, tedavisinin sürekliliği açısından “yönetilmesi gereken bir durum” olarak kabul etmeleri gerekir” diye konuştu.
Doç. Dr. Asude Kara Polat: Sedef hastalığının tedavisi mutlaka kişiye özel planlanmalı
Sedef hastalığının yaygın belirtilerinin kızarıklık, pullanma ve deride kalınlaşma olduğunu söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, bu bulguların özellikle saçlı deri, yüz, kulak, dirsek ve dizlerde görüldüğünü söyledi. Ancak görünmeyen bölgelerde dahi hastanın benlik algısını etkileyebileceğini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, “Hastalar soyunup giyinirken ya da aynada kendini gördüğünde benlik algısı bozuluyor. Karşıdaki kişinin nasıl göreceği endişesi, psikolojik yükü artırıyor. Özellikle ellerdeki kızarıklık, mesela; bir garson tabak uzatırken karşı taraf bu hastalığı bilmiyorsa, irkilmesine neden olabiliyor. Bu da hastada damgalanma ve dışlanma hissi oluşturuyor. Hastalık hem fiziksel hem de psikolojik olarak hastayı etkiliyor” dedi.
Sedef hastalığının hem kaşıntı, çatlama ve rahatsızlık gibi fiziksel belirtiler hem de toplumsal damgalanma nedeniyle oluşan psikolojik etkilerle hastayı iki boyutlu olarak etkilediğine dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz, şu bilgileri paylaştı: 
“Hastanın yüzünde veya saçında oluşan kızarıklıklar, günlük kıyafet seçimlerini etkileyebilir ve bazı hastalar dışarı çıkarken sürekli kapatıcı kullanmak zorunda kalırlar. Bu durum hastalar üzerinde ciddi bir hırpalayıcı etki yaratır. Bu nedenle bazı sedef hastalarını “ağır hasta” kategorisinde değerlendiririz ve daha ciddi, yoğun tedavi uygularız. Hastalığın çareleri var, ancak düzenli takip şart.”
Sedef hastalığının genetik bir zemin üzerinde geliştiğini belirten Prof. Dr. Yılmaz, ancak anne veya babasında sedef bulunan bir kişinin kesinlikle sedef olacağı anlamına gelmediğini, aynı şekilde bir ailede hiç kimse sedef hastası olmasa da hastalığın ortaya çıkabileceğinin altını çizdi. Sedefin başlangıç yaşının değişkenlik gösterdiğini belirten Yılmaz, “Hastalık bazen çocuklukta, bazen erişkinlik döneminde başlar. Ayrıca, 50-55 yaş civarında, daha önce hastalığı olmayan kişilerde de sedef görülebilir” dedi.
Prof. Gürer: Sedef hastalığında ‘alternatif tedavi’ vaatlerine itibar etmeyin!
Stresin tek başına hastalığın nedeni olmadığını ancak tetikleyici bir faktör olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Yılmaz, ‘Stres, sedef hastalığını başlatmaz ancak var olan hastalığı alevlendirebilir. Nasıl migreni veya tansiyonu tetikliyorsa, sedefte de benzer bir etkiye sahiptir” diye konuştu.
Hastalığın uzun süreli tedavi gerektirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, ilaçsız tedavi yöntemlerine karşı uyarıda bulunarak, şunları kaydetti: “Sedef kronik bir hastalıktır. Bu durum, ne yazık ki umut tacirlerinin ilgisini çekiyor. Sihirli formüller, kökten çözümler vaadiyle hastaları kandırıyorlar. Oysa bilime inanmak gerek. Artık bilimsel tedavi yöntemleriyle sedefsiz bir hayat sağlıyoruz.” 
Sedef hastalığının yalnızca deriyi değil, deri eklerini ve vücudun diğer organ sistemlerini de etkileyebildiğini vurgulayan Prof. Dr. Ertan Yılmaz, özellikle tırnak ve eklem tutulumlarının hastalarda ciddi sorunlara yol açabileceğini ifade etti. Prof. Yılmaz, “Sedef hastalığı sadece ciltte pullanma ve kızarıklıklarla seyreden bir hastalık değil. Deri eklerinden en sık etkilenen bölge tırnaklardır. Tırnaklarda şekil bozukluğu, kırılma, ufalanma ve tırnak kaybı görülebilir.
Bu durum hem estetik hem de fonksiyonel açıdan büyük sıkıntı yaratır. Hastalar günlük işlerini yapamaz hale gelebilir. El parmak eklemlerinde oluşan şişlik ve şekil bozuklukları ise kalıcı hasarlara yol açabilir. Bel ve kalça eklemleri tutulduğunda hastanın hareket kabiliyeti kısıtlanır. Bu nedenle bu tür hastaları romatologlarla birlikte takip ediyoruz” diye konuştu.
Sedef hastalığı, bulaşıcı değil ama toplumda öyle algılandığı için hastalar dışlanıyor
Hastalığın vücuttaki iltihabi sürecin bir parçası olarak kalp ve damar sistemini de etkileyebileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz, “Bu süreç metabolik sendrom olarak tanımladığımız tabloya dönüşebilir. Enflamasyon, kalp damarlarını da etkileyerek tansiyon, şeker hastalığı ve kalp hastalıklarına zemin hazırlayabilir. Ayrıca hastalığın psikolojik etkileri de önem kazanıyor. Sedef hastaları görünüşlerinden dolayı sosyal hayattan uzaklaşabiliyor. Bu durum fazla yeme, kilo alma, alkol ve sigara kullanımını artırıyor. Ancak alkol ve sigara da hastalığı alevlendiren faktörler arasında. Böylece bir kısır döngü oluşuyor. Küçük bir kar topu zamanla çığa dönüşüyor” dedi.
Sedef hastalığının tedavisinde hastalığın yaygınlığı, hastanın yaşı, cinsiyeti ve ek sağlık durumlarının önemli rol oynadığının altını çizen Prof. Dr. Yılmaz, “Hasta bize geldiğinde öncelikle hastalığın yaygınlığına ve yerleşim yerine bakıyoruz. Hastalığın yüz, el gibi görünür bölgelerde olması ya da kişinin mesleği tedavi yaklaşımını etkiliyor. Örneğin; berber veya garson gibi görünür bölgelerde çalışan bir hastada, hızlı sonuç almak için sistemik tedavilere daha erken başlıyoruz. Ancak hastalık sadece diz veya dirsek gibi sınırlı alanlardaysa, kremlerle tedavi etmeye çalışıyoruz” bilgisini verdi.
Prof. Dr. Ertan Yılmaz, sedef hastalığının tedavisinde uygulanan klasik (konvansiyonel) yöntemleri ve yeni biyolojik ajan tedavilerini de anlattı. Sedef hastalığının tedavisinde kullanılan konvansiyonel yani klasik yöntemlerin hâlâ ilk basamakta yer aldığına işaret eden Prof. Dr. Yılmaz, bu tedavilerin hem ağızdan alınan hem de enjeksiyon şeklinde uygulanan sistemik ilaçları kapsadığını söyledi.
Prof. Dr. Yılmaz, “Konvansiyonel tedaviler dediğimiz sistemik ilaçlar arasında metotreksat, asitretin (Aseritan) ve siklosporin yer alıyor. Ayrıca fototerapi, yani ışık tedavisi de klasik tedavi yöntemlerinden biridir. Sağlık Bakanlığı ve SGK kuralları da bu basamaklı tedavi yaklaşımını öngörür. Eğer bu tedavilerden istenen sonuç alınamazsa, o zaman biyolojik ajanlara geçiyoruz” dedi.
Sedef hastalığında biyolojik ajanlar olarak bilinen yeni nesil ilaç tedavilerinin, hastalığın seyrinde devrim niteliğinde gelişmeler sağladığını açıklayan Prof. Dr. Yılmaz, hastalığın temelinde vücudun bağışıklık sistemindeki hücrelerin aşırı uyarılması ve bazı iltihabi maddelerin (sitokinlerin) fazla üretilmesinin yattığını, yeni tedavi yöntemlerinin bu mekanizmayı hedef aldığını anlattı.
Sedef hastalığı son dört yılda iki kat arttı ancak farkındalık oranı çok düşük
Bu biyolojik ajanların tümör nekroz faktör alfa (TNF-α), interlökin 17 (IL-17) ve interlökin 23 (IL-23) gibi iltihabi maddeleri baskıladığını belirten Yılmaz, “Türkiye’ye ilk giren biyolojik ilaçlar TNF baskılayıcı ajanlardı. Bu ilaçlarla birçok hastada iyi sonuçlar alındı ancak başarı oranları sınırlıydı. 2010’lu yılların ortalarına doğru interlökin 17 ve ardından interlökin 23 inhibitörleri kullanılmaya başlandı. Bu ilaçlarla birlikte artık yüzde yüze yakın tedavi başarısından söz edebiliyoruz” ifadelerini kullandı.
Biyolojik tedaviler sayesinde uzun yıllar sedefle mücadele eden birçok hastanın tamamen iyileştiğini vurgulayan Prof. Dr. Yılmaz, “Eskiden yıllarca sedefle boğuşan hastalar şimdi ‘Bir yıldır hiçbir lezyonum yok, tertemizim, ne zaman tedaviyi bırakabilirim?’ diyor. Bu bizim için çok büyük bir ilerlemedir. Sedef hastalarının tedavi sürecinde düzenli hekim kontrolü önemli, hastalar tamamen temiz bir cilde kavuşsalar bile hastalığın yeniden uyanabileceği riskini akılda tutmaları gerekir. Tedavi süreci disiplin gerektirir” dedi.
Tedavi süresinin hastadan hastaya değiştiğini, uygulama aralıklarının ulusal ve uluslararası kılavuzlara göre belirlendiğini söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, “Biyolojik ajanların uygulama aralıkları ilaca göre değişiyor. Bazıları ayda bir, bazıları iki ya da üç ayda bir uygulanıyor. Ancak bu aralıkları hekim önerisi dışında uzatmak doğru değildir. Yasal olarak da hekimlerin bu konuda standart protokol dışına çıkması uygun değildir” diye konuştu.
Türk Dermatoloji Derneği’nin hazırladığı “Sedef Hastalığı Bilgilendirme Broşürü”ne atıfta bulunan Prof. Dr. Yılmaz, düzenli takip ve hasta-hekim iletişiminin önemini vurgulayarak, “Sedef hastalığı hayat boyu süren bir hastalıktır ancak uygun tedaviyle iyilik hali sağlanabilir. Hastalar, hekimleriyle sürekli iletişimde olmalı ve düzenli takiplerini aksatmamalıdır” dedi.
Sedef hastalığı (psoriasis) nedir? Belirtileri, nedenleri ve tedavisi
Her yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gününün aynı zamanda “Dünya Sedef Hastalığı Günü” olarak kutlandığını hatırlatan Prof. Dr. Ertan Yılmaz, hastalığa dair farkındalığın yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada artırılmaya çalışıldığını kaydetti. Toplumda sedefin bulaşıcı olduğuna dair yanlış inanışların gelişmiş ülkelerde de görüldüğünü belirten Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı: “Fransa, Almanya, Amerika, İsveç gibi ülkelerde de bu yanılgı mevcut. Ancak Türk toplumunun birbirine yardım etme eğilimi sayesinde sosyal destek daha güçlü. Bu, hastaların daha az soyutlanmasını sağlıyor. Yine de farkındalık ve doğru bilgilendirme en etkili tedavi yollarından biri.”
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?