Her hipertansif hastada mutlaka mikroalbuminüri aranmalı!

Kategori: Aile Hekimliği Print

Kronik böbrek hastalığı KV olay riskini 30 kat artırıyor
Dünyada ölüm nedenleri arasında diyabet ve hipertansiyonun başı çektiğini belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Giray Kabakçı, “Ülkemizde diyabetli oranın %14’leri geçti. Tüm dünyada diyabetin önemi artarken Türkiye’de de %30’a ulaşan hipertansiyon sıklığı sorunun ciddiyetini arttırıyor. Diğer yandan diyabet hastalarının %80’inde hipertansiyon da hastalığa eşlik ediyor. Bu iki ölümcül faktörün yarattığı bir diğer risk ise giderek artan kronik böbrek hastalığıdır. Güncel veriler ABD’de diyalize giren hastaların %50’sinde temel nedenin diyabet olduğunu gösteriliyor. Hipertansiyon biraz daha geriden geliyor” dedi.

Otuzlu yaşlarındaki bir kronik böbrek hastasının ölme olasılığının genel popülasyonda 80’li yaşlardaki bir kişinin ölme olasılığıyla aynı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kabakçı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yani kronik böbrek hastalığı kardiyovasküler hastalık riskini 30 kat artırmaktadır. O halde şöyle bir üçgenle karşı karşıyayız. Bir tarafta diyabet epidemi yapıyor, diğer tarafta hipertansiyon çok yoğun oranda diyabete eşlik ediyor. Her ikisinin sonucunda böbreğin etkilenmesi ve kardiyovasküler olaylar sebebiyle hastanın kaybedilmesi söz konusudur.”

Epidemiye dönüşen bir sorunla karşı karşıyayız
Öngörülere göre 2025 yılına dünyada diyabetli sayısı 300 milyon kişiyi bulacağını söyleyen Prof. Dr. Kabakçı, “Türkiye’de de oranın %14’lere ulaştığı ve sayının artabileceği söyleniyor. Bu ülkemizde diyabet hastalığının bir epidemi halinde arttığını gösteriyor. Bu artış oranlarına bakıldığında 2030 yılında %214’lük bir artış olacağı tahmin ediliyor. Tüm dünyada diyabetin önemi artarken toplumumuz da %30’lara varan hipertansiyon sıklığı sorunun ciddiyetini arttırıyor. Diyabet hastalarının %80’inde hipertansiyon da eşlik ediyor. Diyabetik hastaların 2/3’nın kardiyovasküler nedenlerle hayatlarını kaybettiği biliniyor. Dünyada epidemik bir şekilde diyabette %22’lik bir artış var. Diğer yandan diyaliz giren hastalarda ki artış korkutucu boyutlara ulaştı. Artık böbrek yetmezliğindeki artışın nedenlerini daha net söyleyebiliyoruz. Ülkemizde diyaliz hastalarının prevelansında diyabet artışına paralel olarak artış görülüyor” diye konuştu.

Kronik böbrek hastalarının sayısı neden artıyor?
“ABD’de yapılan güncel araştırmalara göre artmaya devam eden kronik böbrek hastalığında altta yatan temel neden diyabettir” diyen Prof. Dr. Kabakçı, şu bilgileri verdi: “Hipertansiyon biraz daha geriden geliyor. ABD’de diyalize giren hastaların %50’sinde altta yatan nedenin diyabet olduğu anlaşılmıştır. Avrupa’da da durum farklı değil; artık tüm dünyada diyabet diyalize götüren temel risk faktörü olarak kabul ediliyor. Tabi ki böbrek yetmezliği hastalık sürecinin en son aşamasıdır. Bildiğiniz 60’ın gibi glomör filitrasyon hızı 60 ml/dakikanın altında olan hastalarda ki kardiyovasküler olay riski anlamlı şekilde artıyor. Böbrek fonksiyon bozukluğu başlamışsa biz kreatinin normal de bulsak hasta artan bir kardiyovasküler risk ile karşı karşıyadır.”

Otuzlu yaşlarında kronik böbrek hastası bir kişinin ölme olasılığı ile 80’li yaşlardaki bir hastanın ölme olasılığının eşit olduğunu belirten Prof. Dr. Kabakçı, “Yani kronik böbrek hastalığı kardiyovasküler hastalık riskini 30 kat artırmaktadır. O halde şöyle bir üçgenle karşı karşıyayız. Bir tarafta diyabet epidemi yapıyor, diğer tarafta hipertansiyon çok yoğun oranda diyabete eşlik ediyor. Her ikisinin sonucunda böbreğin etkilenmesi ve kardiyovasküler olaylar sebebiyle hastanın kaybedilmesi söz konusudur. Biz diyabet tanısı koyduğumuz zaman aslında fonksiyonel değişimler bizim tanımızdan çok önce başlamış demektir. Bunun bir sonraki aşaması Kreatinin seviyesinin artması ve son olarak böbrek hastalığına gidiştir. Ancak bu seyir uzun yıllara yayılmaktadır” şeklinde konuştu.

Hekim için önemli göstergelerden bir tanesinin hastalığın başlangıcındaki proteinlerin tespit edilmesi olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kabakçı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Proteinüri meydana geldikten sonra glomör filitrasyon hızı azalarak böbrek hastalığına gidiş başlar. Bu durum ayrıca gelecekte ki kardiyovasküler olaylar açısından son derece önemli bir risk faktörüdür. Mikroalbuminürinin varlığı gerek böbrek fonksiyonları gerek kardiyovasküler olaylar ve gerekse retinopati acısından önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle 2007 yılında Avrupa Kardiyoloji Derneği (AKD) kılavuzu subklinik organ hasarları arasına mikroalbuminüriyi de almıştır. AKD, ‘bir hipertansif hastada mikroalbuminüri varsa bu hasta çok yüksek riskli bireyler grubuna katılmalıdır’ önerisinde bulunuyor.”

Hipertansif hastada mutlaka mikroalbuminüri aranmalı!
Türkiye genelinde yapılan ve 11 bin hastayı kapsayan çalışmada hipertansif hastaların %27’sinde mikroalbuminüri görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Kabakçı, “Bu nedenlerle hipertansif hastalarla karşılaştığımız zaman rutin laboratuar testleri arasına mikroalbuminüri de koymamız gerekiyor. Bir hastayı değerlendirirken birçok laboratuar incelemeleri kullanıyoruz ki hastanın riskini belirleyelim. Tabi kullandığımız yöntemler hem ucuz olması hem de tanı değeri yüksek olmalıdır. Bu acıdan böbrekle ilgili iki test; biri kreatinin diğeri mikroalbuminüri, hem kardiyovasküler olayları öngördürücü değeri çok yüksek hem de çok yaygın olarak kullanılabilecek testlerdir” dedi.

Nefropati hastalarında öncelikle ilaçtan bağımsız olarak kan basıncının düşürülerek böbrek hastalığının ilerleyişinin yavaşlatılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Kabakçı, şu bilgileri verdi: “Ancak ilaç tedavisinde bazı seçenekleri tercih ediyoruz. Renin Angiotensin Aldosteron Sistemi (RAAS) blokerleri özellikle ön planda tercih edilen ilaçlar olarak görülüyor. Mikroalbuminüri başladıktan ve kalıcı hal aldıktan sonra glomör filitrasyon hızındaki ki azalma belirgin hale gelmekte ve müdahale edilmediğinde son dönem böbrek hastalığına doğru gitmektedir. Nefropati konusunda diyabetik hastalarda ARB’lerle yapılan çalışmalar bize şunu gösterdi ki diyabetik nefropatiye müdahale etmek RASS blokeri aracılığıyla mümkündür. Bu nedenle kılavuzlarda diğer endikasyonların yanında anjiyotensin reseptör blokerlerini diyabetik nefropati hastalarında özellikle tercih edilmelidir diye öneride bulunuyor.”

Konuşmasının sonunda genel önerilerde bulunan Prof. Dr. Kabakçı, sözlerini şöyle noktaladı: “Eğer albuminüri tedavisiyle %50 azalma sağlarsanız kardiyovasküler riskte %18 azalma kalp yetmezliğinde de % 27 azalma sağlamanız mümkündür. Bir başka çalışmanın amacından da bahsetmek istiyorum acaba diyabetik hastalarda hipertansiyonu olsun veya olmasın biz RASS blokeri verirsek albuminüri meydana gelmesini engelleyebilir miyiz? Bu amaçla yapılan çalışmanın sonuçları nefroloji kongresinde açıklandı. Sonucu % 27 oranın da mikroalbuminüri meydana gelmesini engellediği şeklinde. Sonuç olarak bize düşen kılavuzların önerdiği şekilde mikroalbuminürinin kardiyovasküler süreç üzerindeki olumsuz etkilerini bilerek her hastada albuminüri aramak ve tespit edersek tedaviyi planlamaktır.”

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Giray Kabakçı 5. Uluslar arası Katılımlı İstanbul Aile Hekimliği Kongresi’nde, Risk faktörü olarak mikroalbuminüri ve RAAS blokajının önemi konulu bir konuşma yaptı.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla