XVI. Ulusal Romatoloji Kongresi: Tedavi seçenekleri arttı ama geç teşhis sorun

Kategori: İç Hastalıkları, Kongreler Print

romatoloji-konresi215-2Türkiye Romatoloji Derneği tarafından düzenlenen XVI. Ulusal Romatoloji Kongresi, 28 Ekim-1 Kasım 2015 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi. Ulusal ve uluslararası düzeyde saygın bilim insanlarının romatoloji alanındaki son gelişmeleri paylaştığı kongrede; “Romatoid Artrit, Behçet Hastalığı, Ailevi Akdeniz Ateşi, Gut, Çocukluk Çağında Başlayan Romatizmal Hastalıklar, Romatolojik Hastalıklarda Genetik Modelleme, Skleroderma” gibi konular öne çıktı. 10’u yabancı 178 konuşmacının yer aldığı kongreye 800’e yakın hekim katıldı.

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında konuşan Kongre Başkanı Prof. Dr. Sedat Kiraz, şu bilgileri verdi: Kongrede 4 kurs, 23 bilimsel oturum, 10 uydu sempozyumu, 8 uzmanına danış oturumu, 5 sözlü bildiri oturumu ve 6 poster turu oturumunun yanı sıra 33 hemşirelik oturumu, 4 hemşirelik uzmanına danış oturumu ve 2 hemşirelik pratik uygulama oturumu yer aldı.Geçmiş yıllara oranla bu yıl en yüksek bildiri gönderimi gerçekleşti ve bildiri sayısı 350’yi aştı. 

TÜRKİYE’DE GUT HASTALIĞI

Gut hastalığının çok ağrılı ve tekrarlayan akut artrit atakları ile kendini gösteren metabolik bir hastalık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sedat Kiraz, sözlerini şöyle sürdürdü: ”Hiperürisemi ile birlikte eklem sıvısında oluşan ürat kristallerinin inflamasyon mekanizmalarını harekete geçirmesi sonucu oluşmaktadır. Serum ürik asit konsantrasyonu kadınlarda 6 mg/dl, erkeklerde 7 mg/dl sınırını geçince ürat kristali oluşma ve çökme riski artmaktadır ve serum ürik düzeyi arttıkça bu risk artmaktadır. Klasik olarak, ayak başparmağında ani başlayan çok ağrılı ve kızarık şişlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte azalan bir sıra ile ayak bilekleri, dizler el bilekleri ve el küçük eklemleri de etkilenebilmektedir.

Her ne kadar ataklar arasında tam iyileşme olduğu gözlenebilirse de, uzun dönemde tekrarlayan ataklar nedeniyle kronik hasarlanma neticesinde eklemlerde deformite oluşabilmektedir. Yetişkin toplumda inflamatuvar artritin en sık nedenidir ve dünyanın çeşitli yerlerinden bildirildiği üzere ortalama %1-4 sıklığında görülmektedir. 45 yaş altında daha az görülmektedir ve erkeklerde kadınlara göre 3-9 kat daha sıktır.

Hormonal nedenlerden dolayı menapozdan önce kadınlarda gözlenmesi beklenmez ancak menapoz sonrası yaş ilerledikçe kadın ve erkekler arasında görülme sıklığında ki fark azalır. Diyet alışkanlıklarının değişmesi, obezitenin artması ve alkol kullanımının yaygınlaşması, ortalama yaşam süresinin artması, hipertansiyon ve kalp hastalıkları için kullanılan diüretik kullanımı artması gibi faktörler nedeni ile gut sıklığının da arttığı belirtilmektedir. Ülkemiz için gut prevelansı ile ilgili yapılmış çalışma sayısı çok azdır. Çakır N. ve arkadaşlarının 2012’de ve Birlik M. ve arkadaşlarının 2014 yılında yayımlanan değerli çalışmalarında, 20 yaş üzerinde gut prevelansı sırası ile Havsa bölgesi için %0.02 ve İzmir bölgesi için %0.31 olarak tespit edilmiştir.

Geçtiğimiz yıl 7 merkez tarafından takip edilen gut hastalarının demografik özelliklerinin yansıtıldığı bir çalışma yayımlanmıştır. Bu çalışmada gut hastalığının başlangıç yaşı 52.4±14.2 (erkeklerde 50.6±13.5 iken kadınlarda 60.4±14.8) olarak bulunmuş ve kadın/erkek oranının yaklaşık 1/5 (55/257) olduğu görülmüştür.

Çalışmada gut hastalarında hipertansiyon %53. 5, obezite %40.1, hiperlipidemi %30.1, böbrek taşı %21.8, diyabet %17.9 ve koroner arter hastalığı %17 hastada birlikte görülen komorbiditeler olarak tespit edilmiştir. Bir çok hasta gut atağını tetikleyen bir faktör (alkol kullanımı, et ve deniz ürünlerinin fazla tüketimi, diüretik kullanımı, düşük doz aspirin, allopürinol tedavisi, enfeksiyon, cerrahi stres, travma gibi) tanımlayabilmektedir. çalışmamızda hastaların %85.-9’u atağı tetikleyen faktör/ler tanımlamıştır. Bunlar arasında hastaların %50’si tarafından tanımlanan diyet en sık görülen faktör olurken iken, ikinci sırada alkol kullanımı %15.7 hasta tarafından tanımlanmıştır.

İlk gut atağından sonra hastaların çoğu ilk 2 yılda ikinci gut atağını yaşamaktadır. Çalışmada hastaların %94.7’si ilk 2 yılda ikinci gut atağını yaşamıştır. İlk atak ve ikinci atak arasında ki median süre 5 ay olarak hesaplanmıştır. Hastaların %78.7’sinde ayak başparmağı, ilk gut atağında tutulan eklem olarak tespit edilmiştir. Bunu %9.6 ile ayak bileğinin ve %4.3 ile diz ekleminin takip ettiği görülmüştür. Hastaların %92.3’ünde hiperürisemi, %13.5’inde de tofüs varlığı tespit edilmiştir. Ancak kristal inceleme hastaların yalnız %37.5’inde yapılmıştır.

Klinik çalışmaların yanında, iyi yapılmış ve sonuçları gut hastaları ile karşılaşması muhtemel tüm doktorlar ile paylaşılmış gözlemsel çalışmalar, risk faktörlerinin modifiye edilmesine ve hastalığın daha erken fark edilmesine böylece atakların önlenmesine, daha iyi tedavi edilmesine ve komplikasyonların önüne geçilebilmesine katkı sağlar.”


UZUN SÜRELİ EKLEM AĞRISI ARTRİT HABERCİSİ OLABİLİR

Toplantıda artrit hastalığı hakkında bilgi veren Türkiye Romatoloji Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İhsan Ertenli, şu bilgileri paylaştı:
”Artritin (arthritis) kelime anlamı eklemdeki yangılı (inflamasyon) durumdur. Artrit; yangı, ağrı, sertlik, kızarıklık ve şişliği bir arada bulunduran tıbbi bir terimdir. Artrit, çocuklar da dahil olmak üzere her yaştan insanı etkileyebilir. Yaşla birlikte görülme sıklığı da artmaktadır, her 5 hastadan 3’ü 65 yaşın altındadır.romatoloji-konresi215

ARTRİTİN BELİRTİLERİNE DİKKAT

Eklem, kemiklerimizin birleştiği, çoğu oynar bölgelere verilen isimdir. Bazı eklemlerimiz çok hareketlidir (örnek; dirsek, diz, parmak, ayak bileği eklemleri); bazı eklemlerimiz ise, sadece kemiklerin birleşmesini sağlar (kafatasımızdaki eklemler). Omurgamızda da boyun ve belimizi hareket ettirmemizi sağlayan eklemler vardır. Eklemlerde bulunan kıkırdak dokusu kemiklerin birbirine sürtünmesini engeller.

Doktorunuz teşhisinizin artrit olduğunu belirtirse, eklem ya da eklemlerinizde iltihap olduğu kanısına varmıştır. Artrit, ön planda, hareketli eklemlerin hastalığıdır. Artritin en önemli belirtileri eklemde ağrı, şişlik, kızarıklık, sıcaklık ve eklemin normal hareketlerini yapamamasıdır. Ağrı, eklemin hareket etmesiyle, istirahatte ve bazen de gece meydana gelebilir. Hasta eklem bölgesinde, özellikle sabahları ve istirahat sonrası tutukluk (eklemin hareketlerinde güçlük) daha belirgindir. Bu hastalıklarda sadece eklemler değil eklemin çevresindeki kaslar, yumuşak dokular ve bağlar da etkilenebilir.

Uzun süren artritler eklemlerde şekil bozukluğuna ve eklemin hiç hareket edememesine yol açabilirler. Halsizlik ve yorgunluk, artritli hastalarda diğer belirtilere sıklıkla eşlik eder. Eklemlerin yapısının, özellikle kıkırdağın bozulması (dejenerasyon) ile seyreden ve halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılan osteoartrit (artroz) en sık görülen eklem hastalığıdır. En çok diz ve kalça eklemlerini etkiler, çok sayıda eklemi tutması nadirdir. Genellikle elli yaşından sonra görülür. Bu hastalıkta ağrı genellikle hareket sonrasında ortaya çıkar, sabah yoktur.

Eklemlerde bulunan zarın (sinovya) ve daha sonra eklemin iltihaplanmasının ön planda görüldüğü romatoid artrit, yıllar içinde eklemlerin tahrip olmasına yol açabilen, sık görülen, müzmin bir hastalıktır. Çok sayıda eklemde iltihap görülür. Tüm vücudu etkileyen (sistemik) ve iç organları da tutabilen bir hastalıktır. Erken tanı konulması ve uzun süre ilaçlarla tedavi edilmesi gerekmektedir. Romatizmalı hastaların hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar konusunda bilgi edinmeleri yaşamlarını olumlu yönde etkiler. Kullanılacak ilaçlar ve yan etkileri konusunda bilgi sahibi olmanız gerekir.”


200’DEN FAZLA ROMATİZMAL HASTALIK VAR

Basın toplantısında Romatizmal hastalıkların belirtileri hakkında bilgi veren Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD İmmünoloji-Romatoloji BD Öğr. Üyesi Prof. Dr. Nurullah Akkoç, şu saptamalarda bulundu: ”Vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleştiren bağlarda öncelikle ağrı ve hareket kısıtlılığına, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olan hastalıklara, genel olarak romatizma adı verilmektedir. Romatizma tek bir hastalık değildir. 200’e yakın hastalık bu sınıfa girer. Eklem romatizmaları (osteoartrit, romatoid artrit), yumuşak doku romatizmaları (fibromiyalji, boyun ağrısı, bel ağrısı) ve kemik erimesi (osteoporoz) bunlardan en sık görülenleridir.romatoloji-konresi215-1

– Romatizmal hastalıklar genel olarak kadınlarda daha sık görülmekte ve yaş ilerledikçe sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte, erkeklerde daha sık görülen (gut, ankilozan spondilit) ya da ön planda gençlerde görülen (örnek: sistemik lupus eritematozus) hastalıklar da vardır. Romatizmal hastalıklar çocukluk çağında da görülebilir.
– Romatizmal hastalıkların önemli bir bölümünün kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğunlukla bulaşıcı-mikrobik değildir. Kalıtsal özellikler (genetik yatkınlık) bazılarında önem taşır. Eklemlerdeki yükü artıran şişmanlık ya da damar yapısını bozan sigara kullanımı gibi dış etkenlerin engellenmesi romatizmalı hastalar için de yararlıdır.
– Bazı iltihaplı romatizmal hastalıklar kas-iskelet sistemi dışında derimizi (kızarıklık, döküntü), iç organlarımızı (akciğer, böbrek, beyin vb.) etkileyebilir.
– Bütün sağlık sorunlarında olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da en uygun tedavinin yapılabilmesi için, ilk aşamada hastalığa doğru tanının konulması gereklidir.

Romatizmal hastalıklara özellikle erken dönemde tanı konulması güç olabilir ve hastanın bir süre konunun uzmanı tarafından tetkik edilmesi ve izlenmesi gerekebilir. Romatizmal hastalıkların belirtileri zaman içinde değişiklik gösterebilir. Romatizmal hastalığı olan her hasta için kişisel bir tedavi planı yapılması gerekir. Başka bir hasta için yararlı olan ilaçlar ya da tedavi girişimleri sizin için uygun olmayabilir. Doktorunuz tarafından önerilmeyen tedavileri uygulamanız, sizin için yararsız ve tehlikeli olabilir; uygun tedavinin yapılması gecikebilir.

BİR TOPLUM SAĞLIĞI PROBLEMİ: BEL AĞRISI

Yaşamı boyunca her insanın bel ağrısı mutlaka başına gelebilir. Hayat boyu belimizin ağrıma olasılığı %70-80 düzeylerindedir. Ülkemizde genelde bel ağrısı, bel fıtığı olarak yanlış bir şekilde algılanmaktadır. Her bel ağrısı bel fıtığı demek değildir. Bel fıtığı dediğimiz hastalıkta ağrı genellikle hareket ettikçe artar ve yattıkça, dinlendikçe geçer. Ankilozan spondilit hastalığı -iltihaplı bel romatizması dediğimiz hastalık- ağrıların özellikleri bel fıtığında olandan tamamen farklıdır. 45 yaşın altında bir insanda bel ağrısı başladıysa, bu ağrı 3 aydan uzun sürüyorsa ve ağrı sinsi sürüyorsa bu insanda iltihaplı bel romatizması olabilmektedir.

Bu ağrı yatınca ve hareketsiz kalınca artmakta, hareket edince ağrı azalmaktadır. Gece sabaha doğru ağrı ile uyanma olabilmektedir. Ağrılar sabaha doğru artmaktadır. Sabah kalkıldığında tutukluk ve sabah hareket katılığı bu ağrıya eşlik etmektedir, aynı zamanda bu ağrılar ağrı kesici ilaçlara iyi cevap vermektedir. Bu özelliklerden en az 3 tanesini hastalarımız taşıyorsa kendilerine bel fıtığı demeden önce mutlaka bir romatoloğa görünmelerini tavsiye etmekteyiz. Çünkü bütün dünyada bu hastalık, 7 ile 10 yıl tanı gecikmesi ile tanı alabilmektedir. Hastalığa gereksiz yere yanlış teşhislerle cerrahi müdahale edilebilmektedir.

3 AYDAN UZUN SÜREN VE İSTİRAHAT İLE ARTAN BEL AĞRISINA DİKKAT!

Türkiye’de yüzde 16,4 ile sağlık sistemine başvuruların başında bel ağrısı gelmektedir. Ülkemizde yaklaşık 200.000 kişiyi etkileyen ciddi bir hastalık olan AS hastalarının %40’ı hasta olduklarını ve hangi doktora gideceğini ne yazık ki bilmemektedir. Bu hastalara romatoloji uzmanları bakmaktadır. Türkiye’de AS tanısı, hastaların doktora ilk başvurdukları tarihten ortalama 8 yıl sonra konabilmekte fakat hastaların başvurduğu ilk hekimin romatolog olması halinde bu süre kısalabilmektedir. Fakat bunların sayısı Türkiye’de 250’yi geçmemekte ve hastaların doktora erişiminde sıkıntılar yaşanmaktadır.

İnflamatuvar bel ağrısı, aralarında AS’nin de bulunduğu önemli bazı romatizmal hastalıkların erken dönemdeki en önemli bulgusudur. 40 yaş öncesinde başlayan, 3 aydan daha uzun süre devam eden, aniden değil yavaş yavaş başlayan, sabahları yataktan kalkmayı zorlaştıran, istirahat ile geçmeyip hareket etmekle azalan ve ’inflamatuvar bel ağrısı‘ adı verilen bu ağrıya sahip kişilerde AS olma olasılığı bulunmaktadır. Bu romatizmal hastalıklar erken teşhis edildiğinde kontrol altına alınabilmekte, böylece hastaların yaşamlarına ağrısız ve hareket kısıtlılığı olmadan devam etmeleri sağlanabilmektedir. AS hastalarının mümkün olan en kısa zamanda doğru teşhis ve tedaviye ulaşarak fonksiyonel durumlarının ve yaşam kalitelerinin iyileştirilebilmesi için inflamatuvar bel ağrısı farkındalığının artırılması gerekmektedir.

AS ERKEKLERDE DAHA SIK GÖRÜLÜYOR

Erkeklerde kadınlardan daha sık görülen AS, hastaların çocuklarını kucaklarına alıp kaldırmalarını, onlarla doyasıya oynamalarını, gece rahat uyumalarını, hatta çoraplarını, ayakkabılarını giymelerini bile engelleyebilmektedir. Hastalarda yol açtığı engellenme duygusu, psikolojik sorunlara yol açabilmekte, hastalığın neden olduğu problemlerin yelpazesini daha da genişletmektedir.

AS çoğunlukla genç yaşlarda ortaya çıkan ve omurga, kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğini birleştiren sakroiliyak eklemleri etkileyen bir romatizma hastalığıdır. Genç yaşlarda en üretken çağda ortaya çıkan bu hastalık, sabahları yol açtığı tutukluk nedeniyle işe gitmeyi zorlaştırmakta, çalışma hayatına ara verilmesine dahi yol açabilmektedir. Birçok kişi için hayatı anlamlı kılan gündelik rutin işler, doğru tanı ve tedaviye ulaşamayan AS hastaları için ne yazık ki mümkün değildir. AS’de bel ağrısı dışında sırt, boyun ve kalçaların arka kısımlarında da ağrı hissedilebilir.

Hastalığın son aşamasında bazı hastalarda toplum arasında ’kamburluk‘ olarak bilinen sırt ve boyun deformasyonu görülebilir. AS’nin bel fıtığındaki ağrıdan en önemli farkı, ağrının istirahat halinde artması ve aktiviteyle (hareketle) azalmasıdır.
Her 100 ankilozan spondilit hastasından 7’sinin öyküsünde bel fıtığı ameliyatına rastlanmaktadır. Ankilozan spondilit en çok bel fıtığıyla karışmakta, her 3 ankilozan spondilit hastasından biri en başta bel fıtığı tanısı almaktadır.”


AİLESEL AKDENİZ ATEŞİ BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ

Ailesel Akdeniz Ateşinin (AAA) Akdeniz havzasının özellikle doğusunda yaşayan halkları ve Türk popülasyonu etkilediğini söyleyen İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AB, Romatoloji BD Öğr. Üyesi Prof. Dr. Ahmet Gül, şu saptamalarda bulundu: ”Çocukluk dönemimde başlayan ve yaklaşık 1-3 gün süren, vücudun belirli yerlerinde oluşan iltihap ve ateşle seyreden ataklara neden olur.

Bu ateşli ataklar değişen sıklıkta tekrarlar. Vücutta kendiliğinden tekrarlayan ataklar tedavi edilmediğinde amiloidoz denen ve çözünmeyen bir proteinin birikmesi sonucu böbrekler başta olmak üzere, çok sayıda organda yetersizliğe neden olabilen bir hastalığın gelişme olasılığı artmaktadır. Hastalığın bilinirliğinin artmasına ve genetik tanı olasılıklarının geliştirilmesine karşın, ülkemizde oldukça sık görülen ve oldukça önemli klinik sonuçlara yol açan bu hastalığın tanısında hala hatırı sayılır (7-10 yıl) bir gecikme ve tedavi kararı ile ilgili olarak önemli sorunlar gözlenmektedir.

Hastalığın ülkemizde görülme sıklığı, AAA çalışma grubu raporlarına göre yaklaşık 1/1000’dir. Klasik AAA hastalığı çekinik olarak geçen genetik bir hastalıktır ve hastalığa neden olan gendeki mutasyonlar ilk olarak 1997 yılında iki ayrı grup tarafında aynı anda bulunmuştur. Bozukluğun olduğu MEFV geni ürünü protein Fransız Grubu tarafından ‘Marenostrin’ (Latince Akdeniz), Uluslararası konsorsiyum tarafından “pirin” (Yunanca ateş) olarak adlandırılmıştır.

Bu gen üzerinde bugüne kadar hastalıkla ilişkili 70’den fazla amino asit dizisinde değişikliğe neden olan mutasyon (normalden farklı dizilim) bildirilmiştir. Ülkemizde sık görülen beş mutasyon: M694V, V726A, M694I, M680I, E148Q mutasyonlarıdır. Saptanan mutasyonlardan bir kısmı (örneğin E148Q) sağlıklı toplumda da çok sık görüldüğü için hastalığa neden olabilecek bir değişikliğe neden olup olmadıkları tartışmalıdır. Hastalıkla ilişkili mutasyonlarla ilgili ülkemizde yapılan ve 1090 hastayı içeren taramada M694V mutasyonunun %51.4, M680I’nın %14.4, V726A mutasyonunun ise %8.6 oranında taşındığı bulunmuştur.

Ülkemizde sağlıklı toplum taramalarında MEFV geninde mutasyon taşıyanların oranları değişik çalışmalarda %10-20 olarak rapor edilmiştir. Yani pek çok insan genetik bozukluğu heterozigot (sadece anneden ya da babadan, tek bir adet) olarak taşıdığı halde hastalık belirtisi göstermeyebilir. Belirti verme olasılığı yüksek olan ve genin özellikle son bölgesinde yer alan mutasyonların hem anneden, hem babadan geçmesi durumunda ise hastalık belirtilerinin ortaya çıkma olasılığı çok yüksektir.
AAA hastalığın klinik bulguları ataklar halinde ortaya çıkar ve kendiliğinden sonlanır. Periyodik ateş olarak bilinse de, gerçek anlamda bir periyod takip etmez ve ataklar düzensiz aralıklar gelişebilir. Hastaların genellikle ataklar arasında yakınması olmaz.

Ataklar sırasında gözlenebilen klinik bulgular:

 Ateş; 38-40 derece arasındadır
 Peritonit (karın zarı iltihabı) sonucu karın ağrısı
 Plörit (akciğer zarı iltihabı) sonucu göğüs bölgesinde yan ağrıları
 Artrit; eklemlerde özellikle diz ve ayak bileklerinde ağrı, şişlik ve kızarıklık
 Erizipel benzeri deri lezyonu; atak sırasında diz altında oluşan ağrılı kırmızı şişlikler hastalığın özgün bulgusudur
 Daha nadiren perikardit (kalp zarı iltihabı) sonucu göğüs ağrısı
 Miyozit / miyalji; kas iltihabı ve ağrısı (özellikle egzersiz sonrası)
 Skrotum atağı (vajinalit) sonucu testisler etrafında şiş ve ağrı
 Kadınlarda pelvis içi peritonun iltihabına bağlı olarak adet ağrısı ile karışan ağrılar

Hastalık %85 hastada 20 yaş öncesi başlar. Daha ileri yaşlarda, özellikle 40 yaş sonrası başlaması çok çok nadirdir. Atak sırasında yapılan kan incelemelerinde iltihap testlerinde yükselmeler tanıya yardımcı olur. Ataklar genellikle 12-72 saat sürer. Artrit atakları ise biraz daha uzun olabilir ve sonlanması 1 hafta-10 günü bulabilir.
Atakların tekrarlama sıklığı değişkendir ve aynı kişide farklılıklar gösterebilir. Aşırı fiziksel aktivite, emosyonel stres, adet dönemleri atağı tetikleyebilir.

Ataklar şiddetli belirtilere neden olasa da kendiliğinden sonlanır. Hastalık tanısı geç konulan ya da tanı konulduğu halde düzenli ve etkin tedavi edilmeyen hastalarda korkulan komplikasyon artmış sekonder amiloidoz riskidir. Bu hastalarda amiloid proteininin böbrekler, karaciğer, damarlar, bağırsaklar, kalp vb. organlarda birikmesi, bu organların normal işlevlerinin bozulmasına sebep olur. En sık olarak gözlenen sonuç böbrek yetersizliğidir. Önce idrarla protein kaçağı, ardından diyaliz ihtiyacı ortaya çıkar.

Hastalığın tedavisinde kolşisin adı verilen ve güz çiğdeminden elde edilen bitkisel bir ilaç kullanılmaktadır. Kolşisin ilacı yeterli dozda ve düzenli kullanılırsa hem atakların tekrarlamasını, hem de amiloidoz gelişmesini önler. Kolşisin tedavisi ile hastaların % 65 kadarında belirtilen tama yakın, % 30 kadarında ise kısmen kontrol altına alınabilmektedir. Hastaların %5 kadarında ise kolşisine yanıt alınamamaktadır. Kolşisin tedavisi ömür boyu sürdürülmelidir. İlaç gebelik ve süt verme dönemlerinde de güvenli kabul edilmektedir. Kolşisin tedavisine yanıt alınamayan hastalarda, iltihaba neden olan asıl etken olan IL-1 sitokinini engelleyen biyolojik ilaçlar ile oldukça başarılı sonuçlar alınabilmektedir.


BEHÇET HASTALIĞI EN SIK TÜRKİYE’DE GÖRÜLÜYOR

Tıp literatürüne Hulusi Behçet tarafından kazandırılan Behçet hastalığı ile ilgili bilgi veren İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD, Romatoloji BD Öğr. Üyesi Prof. Dr. Vedat Hamuryudan, şu değerlendirmelerde bulundu: ”Behçet hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Çok sayıda nedenin bir araya gelmesiyle oluşan, karmaşık nedenli hastalıklardan kabul edilmektedir. Bu nedenler arasında genetik yatkınlık önemli yer tutar. Behçet hastalığı çok sayıda organ ve sistem tutulumu ile karakterize bir hastalıktır. Dünya üzerinde en sık olarak ülkemizde görülmektedir.

BEHÇET HASTALIĞININ BELİRTİLERİ

Behçet hastalığının en sık görülen bulguları ciltte ve vücudun iç kısımlarını döşeyen mukoza adı verilen örtücü tabakadadır. Ağız yaraları (oral aft), kadın veya erkek üreme sistemleri üzerinde yaralar (genital ülser), vücutta büyük çıban benzeri sivilceler (osteofollikülit), en sık bacak ön yüzünde çıkan cilt altında, ağrılı kırmızı şişlikler (eritema nodosum) bu bulguların en belirgin olanlarıdır. Ancak ağız yaralarına yol açabilecek başka pek çok hastalığın da olabileceği unutulmamalıdır. Tek başına ağız yaralarının varlığı Behçet hastalığı tanısı koydurmaz.

Üveit denilen gözün görme ile ilgili yapılarının iltihaplanması, bir veya iki gözde kızarıklık, görme kaybı ve ışığa karşı hassasiyet gibi yakınmalara yol açar. Behçet hastalığı göz tutulumu erken tanınıp tedavi edilmez ise körlüğe yol açabilir. Üveitten şüpheleniyorsanız mutlaka bir romatoloji ve göz hastalıkları doktoruna başvurmalısınız.

Behçet hastalığı, damar tıkanıklığı veya damar duvarında yapısal hasara yol açarak anevrizma adı verilen genişlemelere yol açabilir. Damar tıkanıklığı en sık bacaklarda ağrılı şişme ile başlar. Ancak karın içi büyük toplayıcı damarları, beyin toplardamarları ve kalp içindeki boşluklarda da pıhtı ve tıkanıklık oluşabilir. Temel tedavi ilaçlar yoluyladır. Damar genişlemeleri en sık akciğer atardamarında görülür. Kendini kanlı balgam (hemoptizi) ile gösteren bu durum çok çabuk bir şekilde tedavi edilmez ise ciddi kanamalara yol açabilir.

Behçet hastalığına bağlı beyin tutulumu çok az görülen bir bulgudur. Beyin dokusunun tutulması veya beyin toplayıcı damarlarının tıkanması iki temel tutulum şeklidir. Kendisini şiddetli baş ağrısı, konuşma ve hareket güçlükleri ile kendisini belli edebilir. Ülkemizde Behçet hastalığı ile en fazla uğraş veren hekimler romatoloji uzmanlarıdır. Hastalığın sadece cilt tutulumu ile sınırlı kalmadığı ve ciddi organ tutulumu olan hastaların özellikle romatoloji uzmanlarına ulaşması faydalı olacaktır.

BEHÇET HASTALIĞI TANISINDA KULLANILAN TESTLER

Behçet hastalığı tanısı esas olarak klinik bulguların varlığı ile konulur. Kesin tanı koydurucu bir test yoktur. Ancak kol cildine iğne batırıldıktan 48-72 saat sonra değerlendirildiği paterji testi veya HLA B51 denilen genetik bir testin yapılması ve pozitif saptanması tanıyı destekler. Unutulmamalıdır ki bu iki testin negatif çıkması hastalığın olmadığını göstermediği gibi, hastalık şiddeti ile de ilişkili değildirler. Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Hasta anne veya babadan olan çocukların Behçet hastalığına yakalanması düşük bir olasılıktır.

Behçet hastalığı gebe kalmaya engel değildir. Gebeliğin hastalık üzerine olumsuz etkisi olmadığı gibi Behçet hastalığı varlığı da gebeliği olumsuz etkilemez. Ancak ciddi immün sistem baskılayıcısı ilaçlar kullanan hastaların kullandığı ilaçlar bebek üzerinde, ilaçların alınmaması ise anne adayı üzerinde olumsuz etkiler yol açar. Bu nedenle gebe kalmadan önce doktorunuzla tedavinizin gidişatı ve gebelik için en uygun dönem açısından konuşmanız gereklidir.

BEHÇET TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR

Cilt bulgularının kontrolünde kolşisin(colchicum dispert, kolsin), steroid ve depo penisilin kullanılabilirken, göz ve diğer organ tutulumlarının tedavisinde ise azathioprin(İmuran), siklosporin(sandimmun neoral), interferon(Roferon veya İntron), siklofosfomid (Endoxan), gibi ilaçlar kullanılabir. En uygun tedavi rejiminin seçimi ve ilaç yan etkilerinin takibi bu konuda tecrübeli hekimler tarafından yapılmalıdır.”


VASKÜLİT TEDAVİSİNDE ERKEN TANI HAYAT KURTARIR

Vaskülitin atardamarların iltihabı anlamına geldiğini dile getiren Kongre Genel Sekreteri Doç. Dr. Ömer Karadağ, şu bilgileri verdi: ”Nadir olarak görülse de tanıda gecikme olması durumunda hayati tehdit edici sorunlara yol açabilmektedir.

Vücudumuzda kalbimizden çıkan ana atardamarımız olan aort, organlara ve kol-bacak ile beyin gibi tüm vücudumuza kan ulaştırmaktadır. Bu damarlarda iltihap olması durumunda o damarın beslediği organ veya dokuda fonksiyon bozukluğuna yol açmaktadır. Tutulan damarın özelliğine göre hastada oluşturduğu şikayet farklılık gösterebilmektedir. Deri, beyin, akciğer, böbrek ve birçok organda damar iltihabı görülebilmektedir. Örneğin şakak bölgemize giden atar damarlarda iltihap, şiddetli baş ağrısı, görme kaybı veya çenede çabuk yorulma gibi şikayetlere yol açabilmektedir.

Böbrek ve akciğer gibi daha küçük çaplı atar damarlara sahip organlarda iltihap gelişmesi böbrek yetmezliği veya kanlı balgam gibi sorunlara yol açabilmektedir. Tanının konulması sürecinde enfeksiyon ve tümörler gibi çeşitli hastalıkları olmadığının gösterilmesi gerekmektedir. Bu amaçla hastaların bir süre hastanede yatırılması gerekebilmektedir. Vaskülitler uzun süreli yani kronik hastalıklar olsa erken tanı ve etkin tedavi ile oldukça başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir. Tedavide bağışıklık sistemini baskılayan kortizon ve diğer ilaçlar kullanılsa da hekim arkadaşlar, hastanın durumuna göre tedaviyi yönetmektedirler. Bu konuda İç Hastalıkları –Romatoloji Kliniklerinde hastaların tanı ve tedavi yönetimleri yapılmaktadır.

Diğer romatolojik hastalıklarda olduğu gibi vaskülitler açısından da Türkiye Romatoloji Derneği olarak eğitim toplantılarına önem vermekteyiz. Gerek Ulusal Kongremizde bu konuda programlar oluştururken gerekse de ülkemizin birçok ilinde çeşitli branşlarda hekimlere bu hastalıkları anlatmak için toplantılar düzenliyoruz.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla