Parkinson hastalığının tedavisinde son yıllarda önemli gelişmeler yaşandığını söyleyen Türkiye Parkinson Hastalığı Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer, özellikle motor semptomların kontrolünde sürekliliği hedefleyen yeni uygulamaların dikkat çektiğini belirtti. Hastalığı tamamen durduracak bir tedavinin henüz bulunamadığını dile getiren Prof. Dr. Tokçaer, fakat mevcut ilaçların etkisini daha uzun süreli kılacak yeni sistemlerin umut vaat ettiğini vurguladı.
Türkiye Parkinson Hastalığı Derneği, 11 Nisan Dünya Parkinson Günü dolayısıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi iş birliğiyle bir farkındalık etkinliği ve bu kapsamda basın toplantısı düzenledi. Etkinlikte nöroloji ve fizyoterapi uzmanları, Parkinson hastalığına dair güncel bilgileri aktararak, hastaların yaşam kalitesini artırmaya yönelik pratik egzersizleri, yutma bilgilerini ve bilişsel fonksiyonlarını düzeltecek birtakım manevraları katılımcılara anlattılar.
Etkinlik kapsamında düzenlenen basın toplantısına Dernek Başkanı Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer ve Dernek Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Hakan Kaleağası, Prof. Dr. Gençer Genç, Doç. Dr. Gül Yalçın Çakmaklı ile derneğin Ankara Şube Başkanı Prof. Dr. Yeşim Sücüllü Karadağ katıldı.
Yurt dışındaki bazı merkezlerde kullanılan ancak Türkiye’ye henüz gelmeyen ilaç sistemleri sayesinde, hastaların günlük yaşamlarında daha bağımsız hareket edebildiğini söyleyen Prof. Dr. Tokçaer, “Bunlar arasında; dil altı yoldan alınan ilaçlar, etken maddenin hızlı ve yavaş salınımlı formlarını birlikte içeren özel kapsüller ve cilt üzerinden uygulanan bantlarla dopaminerjik ilaçların devamlı salınımını sağlayan sistemleri sayabiliriz” dedi.
Ayrıca hastalığın seyrini yavaşlatacak ya da ilerlemesini durdurabilecek nöroprotektif ve nöromodülatör tedavilerde de hızlı gelişmeler olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Tokçaer, şu bilgileri paylaştı: “Gelecek yıllarda en azından hastalığı bulunduğu evrede duraklatabilecek ya da hastalık başlamadan, henüz hastalığın patolojisi gün yüzüne çıkmadan bunları önleyebilecek tedavilerin de pratiğe yansıyabileceğini düşünüyoruz.”
Parkinson hastalığının toplumda daha iyi anlaşılması ve erken tanı konulabilmesi için bu tür etkinliklerin büyük önem taşıdığını söyleyen Prof. Dr. Tokçaer, “Bu yılki sloganımız ‘Parkinson ile Kaliteli Yaşam İçin Harekete Geç!’ oldu. Hastalarımıza ‘hareketli olun, sakın durağan kalmayın’ diyoruz. 2014’ten beri çeşitli il belediyeleriyle bu etkinlikleri sürdürüyoruz. Pandemi döneminde ara vermek zorunda kaldık, ancak bugün burada yeniden buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz” diye konuştu.
Parkinson’un yavaş ve sessiz bir başlangıçla ortaya çıktığını, belirtilerin zamanla şiddetlendiğini, hastalığın ilk belirtilerinin ise hareketlerde yavaşlama, titreme ve kaslarda katılık olduğunu aktaran Tokçaer, “Bu belirtiler genellikle vücudun bir tarafında başlar, zamanla karşı tarafa geçer. İlerleyen evrelerde denge problemleri, düşme sorunları, yutma ve konuşma bozuklukları, hatta bilişsel işlevlerde bozulmalar görülebilir” dedi.
Hastalığın sinsi başlangıcı nedeniyle tanının gecikebildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Tokçaer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hareket yavaşlığı bazen yaşlılık, kilo problemi, kemik sorunları veya kalp yetmezliği gibi başka rahatsızlıklara bağlanarak gözden kaçabiliyor. Bu da tanıda gecikmeye yol açıyor. Parkinson yalnızca motor belirtilerle sınırlı değildir; uyku bozuklukları, depresyon, anksiyete, yorgunluk, ağrı, aşırı tansiyon düşmesi, sık idrara çıkma gibi motor dışı birtakım belirtilerle de ortaya çıkabilir.”
Parkinson sadece yaşlılık hastalığı değildir, gençlerde de görülebilir
Parkinson hastalığında erken tanının önemine dikkat çeken Prof. Dr. Tokçaer, doğru ve zamanında tanının ancak farklı disiplinlerin iş birliğiyle sağlanabileceğini, bu nedenle nörologların yanı sıra, psikiyatristler, fizik tedavi uzmanları, sosyal hizmet uzmanları ve diğer sağlık profesyonellerinin birlikte çalışmasının büyük önem taşıdığını bildirdi.
REM uykusu sırasında ortaya çıkan davranış bozukluklarının, Parkinson hastalığının öncü bulgularından biri olduğuna değinen Prof. Dr. Tokçaer, “REM uykusu sırasında vücut normalde tamamen gevşer. Ancak bu bozuklukta, kişi rüyalarını hareketlerle yaşar; bağırabilir, tekme atabilir, düşme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Uyku sırasında gevşemenin olmaması, çok kıymetli bir nörolojik ipucudur” şeklinde konuştu.
Geliştirilmekte olan nöroprotektif tedaviler açısından da REM uyku davranış bozukluğu olan bireylerin önemli bir hedef grup olabileceğini belirten Prof. Dr. Tokçaer, bu bozukluğun, koku kaybı gibi diğer öncü bulgulara göre daha özgün bir işaret olduğunu, REM uykusu davranış bozukluğunun uyku laboratuvarı gibi özel ortamlarda kanıtlanmış olması durumunda riskin arttığına vurgu yaptı.
Henüz koruyucu bir tedavi bulunmasa da Türkiye’de yürütülen bir çalışmada, REM uykusu davranış bozukluğu saptanan ancak Parkinson tanısı almamış bireylerin bu risk hakkında bilgi sahibi olmak isteyip istemediklerini araştırdıklarını anlatan Prof. Dr. Tokçaer, sağlıklı bireyler arasında “bilmek istemem” yanıtı ağırlıktayken, Parkinson tanısı konmuş bireylerin bir kısmının geçmişte böyle bir bilgiye sahip olmayı tercih edeceklerini ifade ettiklerini aktardı. Prof. Dr. Tokçaer, bu alandaki farkındalığın artırılmasının hem erken tanı hem de gelecekteki koruyucu tedavi yaklaşımları açısından büyük önem taşıdığını vurguladı.
Parkinson tedavisinde beyin pili yöntemi hastanın yaşam kalitesini yükseltiyor
Prof. Dr. Yeşim Sücüllü Karadağ da kendi klinik deneyimlerinden örnek vererek, “Biz de bu hastalara anket uyguladık. Çoğu, modifiye edici bir tedavi olmadığı için riskini bilmek istemediğini söyledi. Ancak şu anda Parkinson tanısı olan hastalarımızda REM uykusu davranış bozukluğunun yıllar önce başladığını görüyoruz. Bu gerçekten de ileriki yıllarda tıbbın ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte koruyucu tedaviler gündeme geldiğinde tekrar değerlendirilebilecek konulardan bir tanesi” dedi.
Prof. Dr. Hakan Kaleağası ise her REM uykusu davranış bozukluğu olan bireyin Parkinson hastası olacak gibi algılanmaması gerektiğini vurgulayarak, “REM uykusu davranış bozukluğu toplumda yaklaşık her 200 kişiden birinde görülebilen bir durum. Bu bozukluğa sahip her bireyde Parkinson hastalığı gelişeceği yönünde bir genelleme yapmak doğru olmaz. Öte yandan, Parkinson tanısı almış bireylerin bir kısmında da bu uyku bozukluğuna rastlanabiliyor. Dolayısıyla bu durum, tek başına Parkinson tanısı koymak için yeterli değildir ancak diğer klinik ve tanısal bulgularla birlikte değerlendirildiğinde, anlamlı ve değerli bir öncü bulgu haline geliyor” bilgisini verdi.
Türkiye Parkinson Hastalığı Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Gençer Genç de Parkinson hastalığının genetik yönüne dikkat çekerek, hastalığın ortaya çıkışında kalıtsal faktörlerin etkili olabileceğini vurguladı. Prof. Dr. Genç, Parkinson hastalığının yaklaşık %5-10 oranında “monogenik” yani tek bir gen mutasyonuna bağlı olarak geliştiğini, bu oran dışında kalan yüzde 85’lik büyük çoğunluğun ise “sporadik” yani kendiliğinden gelişen formda olduğunu ifade etti.
Parkinson hastalığının erken yaşta başlaması durumunda genetik kökenli olma olasılığının arttığını belirten Prof. Dr. Genç, “Tanımlanmış genler olduğu gibi halen araştırılmakta olan tanımlanamamış genler de mevcut. Özellikle ülkemizde akraba evlilikleri ile ilişkilendirilen bazı gen mutasyonları örneğin; ‘parkin’ adı verilen gen, Parkinson hastalığının erken yaşta ortaya çıkmasına neden olabiliyor. Bu tür vakalarda Parkinson bulgularına ek olarak ‘distoni’ gibi hareket bozuklukları da görülebiliyor” şeklinde konuştu.
REM Uykusu davranış bozukluğu’ bazı nörolojik hastalıkların öncü belirtisi olabilir
Parkinson hastalığında son yıllarda geliştirilen yeni tedavi yöntemleri hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer, özellikle klasik ilaçlarla yeterince kontrol altına alınamayan “kapalı dönemlerin” azaltılmasında cilt altı ilaç sistemlerinin önemli katkılar sağladığını belirtti.
Tokçaer şunları söyledi: “Hastalarımız bir süre sonra şunu söylüyor; İlacı alıyorum, dört saat etkiliydi ama artık iki buçuk saatte etkisini kaybediyor. İşte bu noktada devreye giren yama (peç) tedavileri ya da cilt altından verilen ilaç sistemleri, kanda sürekli bir ilaç düzeyi sağlayarak ani geçişleri azaltabiliyor. Bu yeni uygulamalarda ilaçlar sadece deri üzerine yapıştırılan yamalarla değil, cilt altına yerleştirilen pompa sistemleriyle ya da mideye yerleştirilen bir tüp aracılığıyla bağırsaklara ulaştırılarak da verilebiliyor. Böylece ilaç düzeyinin sabit tutulması hedefleniyor. Amacımız ilacı bir verip bir azaltmak yerine sabit bir düzeyde tutmak. Bu da hem beyinde hem kanda stabil bir ilaç düzeyi anlamına geliyor ve kapalı dönemlerin azalmasına katkı sunuyor”
İnhaler ilaçların ise daha çok “kurtarma tedavisi” olarak değerlendirildiğini belirten Tokçaer, bu tür ilaçların kısa etkili olduğunu ve ani donma durumlarında kullanılabildiğini sözlerine ekledi.
Parkinson tedavisinin iki gruba ayrıldığını; bunların da semptomlara yönelik tedaviler ve hastalığın nedenine yönelik tedaviler olduğunu belirten Doç. Dr. Gül Yalçın Çakmaklı, neden odaklı tedaviler için henüz umut verici sonuçlara ulaşılamadığını kaydetti.
Parkinson’un nedenine yönelik tedavi çalışmalarının sürdüğünü ancak henüz hastalığın ilerleyişini durduran bir ilacın bulunmadığını açıklayan Doç. Dr. Çakmaklı, “Bazı ilaçların bu yönde etkili olabileceğine dair düşünceler oldu ama elimizde net, hastalığın ilerlemesini durduracak bir ilaç yok. Yine de elimizdeki ilaçlarla sürecin daha ılımlı seyretmesini sağlıyor, hastalarımızın günlük yaşam aktivitelerini daha kaliteli sürdürebilmeleri için çözümler sunabiliyoruz” dedi.
Parkinson tedavisi: En etkili yöntemler ve hastalara öneriler
Semptomatik tedavilerin ise oldukça gelişmiş olduğunu belirten Doç. Dr. Çakmaklı, Parkinson hastalığının dopaminerjik nöronların kaybı nedeniyle dopamin seviyelerinde azalma ile karakterize bir hastalık olduğunu kaydetti. Çakmaklı şöyle devam etti: “Bizim amacımız, bu kaybedilen dopamini bir şekilde beyne ulaştırmak. Normalde dopamin nöronlarının yaptığı gibi beyindeki bu iletişimi sağlayabilecek yollar arıyoruz. Bunun için de beyne dopamin uyarısını sürekli yapabilecek yöntemler keşfetmeye çalışıyoruz.”
Bu amaçla kullanılan yöntemler arasında cilt altı uygulamalar, doğrudan mideden tüple uygulama ve beyin pili gibi uygulamaların olduğunu dile getiren Doç. Dr. Çakmaklı, bu yöntemlerin Türkiye’de de uygulanabildiğini belirterek, “Türkiye’de bu konuda hem bilgi hem uygulama açısından dünya ile paralel gidiyoruz. Gelişmeleri yakından takip ederek hastalarımıza en güncel ve etkili çözümleri sunmaya devam ediyor, yaşam kalitelerini artırmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
YAZIYI PAYLAŞ
YORUMUNUZ VAR MI?