Hastane ve doktor hatasına 2.5 milyon TL tazminat ödemeye mahkum oldu!

5 Ocak 2015   |    9 Ocak 2015    |   Kategori: Hukuk / Mevzuat, Medyada Sağlık Haberleri Print

hastane-ve-doktor-hatasina-25-milyon-lira-tazminatHastane ve doktor hatası yüzünden çocukları engelli doğan ailenin açtıkları tazminat davası sonucu mahkeme, doktora ve hastaneye hukuk tarihine geçecek 2.5 milyon liralık tazminat cezası kesti. Hürriyet yazarı Ayşe Arman‘ın köşesinde ele aldığı (4 Ocak 2014) dava kendi alanında emsal niteliği de taşıyor. Arman’ın konuya ilişkin yazı şöyle:

Sizin başınıza ne geldi?

BEYZA: Bir anne-babanın başına gelebilecek en büyük acılardan biri. Hastane ve doktor hatası yüzünden bebeğimiz engelli doğdu. Zeynebimiz 9 yaşında ama konuşamıyor, yürüyemiyor, kaslarını kontrol edemiyor. Ömür boyu bir başkasının bakımına muhtaç.

Nasıl oldu? En başından anlatır mısınız?

BEYZA: Eşim Fatih’le üç yıllık evliydik. Bebeğimiz olacak diye çok mutluyduk. Sorunsuz bir hamilelikti. 9 ay 10 günü geçmişti. O gün sancı gibi bir şey oldu, doktorumu aradım, “Hemen gel, bakalım!” dedi. Kadıköy Şifa’ya, doktoruma gittim…

Doktorunuzu ve hastaneyi siz mi seçtiniz?

-Evet. Daha öncesinde bir kist ameliyatı olmuştum. Tanju Demirören yapmıştı ameliyatımı, “Yine onunla devam edeyim” dedim, başka bir doktor arayışına girmedim.

Sonra?

-Hastaneye gittim, doktorum muayene etti ve dedi ki, “Artık zamanı gelmiş. Bu gece hastanede yatın. Yarın gerekirse suni sancı veririz…” Beni nöbetçi doktora teslim etti, gitti.

Doğum şeklini doktorunuza bıraktınız…

-Tabii tabii, “İlle de şöyle olsun” diye bir talebimiz olmadı. Tamamen doktora teslimiz. Her şey onun inisiyatifinde. Bir aksilik olabileceği aklınıza dahi gelmiyor. Maaile oradayız. Akşam 10 gibi beni NST makinesine bağladılar. Bebeğin kalp atışlarına bakıyorlar. Nöbetçi doktor geldi, gitti. Kalp atışlarında düşüş olmuş! Ben biraz panikledim. Dedim ki “Tanju Bey’e haber verelim!”
Siz ağrı hissediyor musunuz?

-Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum ama bir sıkıntı çöreklendi içime. Hemşireler dediler ki, “Nöbetçi doktorumuz sizi gördü. Biz zaten sürekli buradayız! Merak etmeyin, bu süreç normal bir süreç!” Tanju Bey’e de haber vermişler…

Geldi mi?

-Hayır. Ama haber yollamış: “Bebek sürekli aynı pozisyonda durduğu için olabilir. Yan dönsün, camı da açın, hava alsın!” Bizim de kibarlığımıza geldi, “Madem öyle söylüyor, bir bildiği vardır” dedik.

Sonra?

-Bebeğin kalp atışlarının zayıflaması giderek arttı. İlkini saat 10’da yaşadık. Sonraki 12’de. Saat 4’e kadar tekrar etti. Kalp atışları 50’nin altına düşmüş. Meğer bu, bir sıkıntı demekmiş. Çünkü suyu azalmış, dönemiyor, rahat hareket edemiyor. Çıkmak istiyor oradan! Ama almadılar.

Neden?

-E çünkü doktor evde, sabah gelecek! Eğer gelseydi ve müdahale edip bebeği alsaydı, bütün bunlar yaşanmayacaktı. Sabah çok erken geldi. Hâlâ makineye bağlıydım. Sonuçları görünce apar topar beni ameliyathaneye aldı.
Sizce bütün bunlar doktor hatası mı?

-Kesinlikle! Doktor hatası, hastane hatası… Bebek çıkmak istiyor, çıkamadığı için de strese giriyor. O yüzden dört kere kalbi duracak hale geliyor. Ve kaka yapıyor. Bebeklerde bu ilk kaka çok açık renkli olurmuş. Yaptıkça, yaptıkça koyulaşırmış. Bizimki sabaha kadar alınmadığı için, bütün ciğerlerine kaka dolmuş. Yoğun bulaştığı için de doğum sonrası temizlemek uzun sürmüş. O esnada da beyne 3-4 dakika oksijen gitmemiş ve kasları hareket ettiren merkezde hücreler ölmeye başlamış. Zeynep bu hastalığın en ağır semptomlarını gösteriyor. Kiminde sadece bir kol etkilenirmiş, kiminde bir bacak, Zeynep’in bedenindeki kasların neredeyse tümü etkilendi. O yüzden yürüyemiyor, konuşamıyor.

Bir ihmal, birinin hayatına mal oluyor! Üstelik o biri de çocuğunuz. İnsan ne hissediyor?

-Bu 9 yıl içinde bir sürü duygu yaşadım. Öfke de vardı aralarında. Hep bastırmaya çalıştım. Çünkü öfke, nefret, çocuğumla kuracağım ilişkimi etkileyecekti. Sevginin içinde öfke olmuyor. Bir yandan öfke yaşarken, bir yandan sevgi aktaramayacağımı fark ettim. Ben birilerine kızmak yerine, sevgiye konsantre olmayı tercih ettim. Çünkü Zeynep’in en çok ihtiyacı olan şey sevgiydi.

 

HASARIN TEDAVİSİ YOK

Nörologlar, “Hasarın geriye dönük tedavisi yok” diyorlar. Ama ekliyorlar: “Beyin enteresan bir yapı. Hasar gören bölgenin etrafında hasar görmeyen hücreler de var. Zeynep, yaşamı boyunca yoğun fizyoterapi alırsa, hasar gören hücrelerin görevini, hasar görmeyen hücreler yapabilir.” Biz de bunun için uğraşıyoruz…

ZEYNEP BİZİ SEÇTİ!

Bebeğinizi ilk nereden gördünüz?

FATİH: Yoğun bakımda küvezde yatıyordu. Hortum sokmuşlar ağzından içeri. Elleri bağlı. Rengi mosmor. O kadar acıklıydı ki hali, el kadar da bir şey. Doktor anlatıyor, “Bunlar olmazsa nefes alamaz, ciğeri sönebilir!” Perişan oldum tabii. Ayaklarım filan titremeye başladı. Sonra nörolog geldi: “Yürüyemez, konuşamaz, mental şu şu problemleri olabilir!” Sözün bittiği yer! Yıkıldım, annesine nasıl söyleyeceğimi bilemedim.

Siz ne zaman öğrendiniz gerçeği?

BEYZA: Herkes sus pus. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bir terslik var ama ne. Bir süre sonra beni de yoğun bakıma indirdiler. Onu orada öyle görünce öleceğim sandım. O kadar çaresizdi ki. Onu oradan kurtarasım, kapıp gidesim geldi. İşte orada fark ettim ki yıkıcı duyguların bana bir faydası yok. Nefret ve öfkeyle sevgi bir arada barınamıyor. Ben hastaneyi, doktoru, onu bunu bırakıp, sadece bebeğimize yoğunlaştım. 11 gün sonra onu alıp, eve döndük.

Nasıl açıklıyorsunuz tüm bu olup biteni?

FATİH: Farklı bir inanç sistemimiz var. Biz hayatta, tesadüf, şans gibi şeylerin olmadığına inanıyoruz. Tekamül planımız gereği, Zeynep bize geldi. Kader filan değil yani. Olup biten her şeyi, ‘kader’e bağlarsanız, “Neden ben? Neden biz?” diye sorgulamaya başlarsınız. Tehlikeli bir çizgi o. Allah’tan biz oraya sapmadık. Hep şöyle dedik: “Başımıza gelenlerin muhakkak bir sebebi var!”

BEYZA: Biz çocukların anne ve babalarını seçerek geldiklerine inanıyoruz. Zeynep de bizi seçerek geldi. Ne şekilde geldiğinin hiçbir önemi yok. Onun buradaki bedeninde olan sorunlar bize göre ‘engel’, ona göre değil. Biz onun bizlerden çok daha gelişmiş bir ruhu olduğuna inanıyoruz. Ve bir görevle geldi. Bizlere birçok şeyi öğretmek için geldi. Öyle bir bakar ki, konuşamasa da bakışlarıyla anlatır. İnanılmaz sevgi dolu, sevecen ve güler yüzlü bir çocuktur. Biz başımıza gelenleri, yaşamamız ve ders çıkarmamız gereken bir deneyim olarak değerlendiriyoruz. Ve kızımıza maksimum fayda sağlamak için de kendimizi parçalıyoruz.

DOKTOR VİCDANIYLA BAŞ BAŞA KALACAK

Peki bütün bu süreç içinde, size üzüntüsünü dile getiren, özür dileyen oldu mu?

BEYZA: Doktorumuz üzgün olduğunu söyledi. “Böyle bir çocuk dünyaya getirmeye hakkım yoktu benim!” dedi. Böyle bir cümle kurdu. Üzgündü gerçekten. Ben de “Evet ama bunun geri dönüşü yok! Zeynep hayatını hep bu şekilde sürdürecek. Siz de vicdanınızla baş başa kalacaksınız!” dedim. Ama içimden…

Peki dışınızdan, “Keşke gelseydiniz o akşam!” demediniz mi?

BEYZA: Hayır! Gerçekten üzgündü çünkü. Onu teselli etmeye çalıştım. Kızımızın bize ihtiyacı vardı, kin ve nefret kusmanın kimseye bir faydası olmayacaktı. Sonraki dönemlerde, evimizde Zeynep’le baş başa kaldık. Beslenmesinde çok zorluk yaşadık. Sadece belli bir pozisyonda beslenebiliyordu. Dört kere filan kustuğu oluyordu. “Böyle giderse dışarıdan delik delip mamayla beslemek zorunda kalacağız!” dediler. Anne olarak kendimi yetersiz hissettiğim çok zaman oldu. Bir gün çöktüğüm anlardan birinde, babam, “Seni böyle omuzların düşük bir şekilde görmek istemiyorum” dedi, “Madem bu bizim başımıza geldi, kabullenip en iyi şekilde bakacağız hep beraber.” O gün de benim için bir dönüm noktasıdır. Bu arada adı Lal’di bebeğimizin, Zeynep olarak değiştirdik.

Neden?

FATİH: Çünkü Lal’in Türkçede dilsiz, konuşamayan anlamına geldiğini de öğrendik. Biz Zeynep’in hastalığı konusunda kendimizi çok geliştirdik.

BEYZA: Gerçekten de öyle. Sorunu kaslarla ilgili olduğu için gözleri de bozuk mesela. Gözde kaslar var. Midede kaslar olduğu ve çalışmadığı için kusuyordu, aynı şekilde hazımda problemleri vardı. Konuşamaması da konuşma merkezindeki bir sıkıntıdan kaynaklanmıyor, dilini kullanamıyor. Bir nörolog ismi verdiler mesela. Dr. Meral Ö. hocaların hocasıymış. Gittik. Zeynep’i muayene etti. Raporlarına baktı. Ve dedi ki, “Bu çocuk asla sizi tanımayacak! Asla konuşamayacak! Asla yürüyemeyecek!” Öyle duygusuz bir şekilde söyledi ki, ben orada ölecektim! Neticede sözünü ettiği kişi, benim evladım. Çöpe bırakıp gidecek halim de yok ya. Ama öyle konuştu. Fenalaştım, “Oturabilir miyim?” dedim. Yanımda da annem vardı. Sonrasında bu konuda çok okudum, araştırdım. Ve şunu anladım: Kimseyle böyle konuşmamak lazım. Bu kadar net çizgiler yok hayatta. Bir sürü mucize yaşanabiliyor. Zeynep’in bugünkü hali de bir mucize. Ben o konuşma üzerine, kendimi kapatabilirdim. Hayata küsebilirdim. Yapmadım. Ama o akşam karı-koca kendimize bir söz verdik. Ne zaman bilmiyoruz ama bir gün, kızımızın elinden tutarak o doktorun karşısına çıkacağız!

FATİH: O günden sonra Zeynep’in tedavisine hız verdik. Fizyoterapi, konuşma terapisi ve daha bir sürü terapi başladı.

Neden bu kadar uzun sürdü dava?

-Türkiye burası! Biz raporumuz geldiğinde, Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesi’ne gönderdik. İhtisas Dairesi, doktoru ve hastaneyi kusurlu buldu. Rapor lehimize geldi. Hastane itiraz etti. “Kurulda eksiklik var” dedi, yeniden Adli Tıp’a gitti. Tam 3 kere rapor alındı Adli Tıp’tan. Üçünde de hastane ve doktor kusurlu bulundu ve bu dava, bundan 5 sene önce aşağı yukarı 800 bin lira civarında tazminat bedeliyle lehimize sonuçlandı. Yargıtay’a gönderdiler, temyiz ettiler. Yargıtay o kararı bozdu ve dedi ki, “Adli Tıp raporunda her ne kadar hastalık ve kusur tespit edilmişse de hastalıkla, kusur arasında bir illiyet bağı cümlesi açıkça yazmıyor. Yeniden tespit edilsin!” O tespit yapıldı. “İlliyet bağı vardır” dendi. Bu da yaklaşık üç yıl sürdü! Üç kere de o zaman rapor Adli Tıp’a gitti geldi. İnanamayacağınız kadar çok uğraşıldı. Yargıtay’ın istediği bütün eksikler tamamlandı. Mahkeme sonuçlandı. Dava, temyiz aşamasında ama artık Yargıtay’ın itiraz edebileceği bir şey kalmadı…

Bu, emsal bir dava mı sizce?

-Kesinlikle! Türk yargı tarihindeki en yüksek tazminatlardan biri. Maddi tazminat, faiziyle beraber 2.5 milyon lirayı bulacak. Ayrıca 125 bin lira da manevi tazminat vermeleri gerekiyor. Zeynep hayatı boyunca başkasına bağlı yaşamak zorunda olduğu ve olacağı için ‘destekten yoksun kalma tazminatı.’

Zeynep’in hastalığının adı ne?

– Serapler palsi.

Tam olarak nedir?

-Beynin, kasları yöneten motoruna oksijen gitmemesi ve bu yüzden işlevini tamamlayamaması. Şu an hiçbir şekilde çalışmıyor. Beyin, vücut kaslarına hükmedemiyor. İlk önce dediler ki, “Bu, bizim hastanedeki yıkama ve ciğerleri temizleme operasyonundan kaynaklanmıyor. Araştırılsın. Kesinlikle genetik!” Ama sonra Fatih ve Beyza’nın ikinci çocukları Su dünyaya geldi. Gayet sağlıklı bir çocuk. O zaman, genetik yapı iddiasından söz etmez oldular! Zeynep doğduğunda, bütün iç tarafı ciğerler vesaire kakayla dolmuş ve nefes alamıyor. Ciğerleri temizleme operasyonu çok uzun sürüyor ve beyne oksijen gitmediği için bu hasar oluşuyor. Ama tabii bunu kabul etmiyorlar. Başka iddialar öne sürüyorlar. Üç kere avukat değiştirdiler. Toplamda beş avukat çalışıyor hastane için, doktorun da ayrı avukatı var.

Şu an dava tam ne aşamada?

-Karar yazılma aşamasında. Bundan sonra temyize gidilecek. Tahmin ederim bir altı aylık sürecimiz kaldı. Ama Beyza ile Fatih’in haklı olduklarını ispatlayabilmeleri tam 9 yıl aldı.

Bu ailenin dava açabilecek ve devam edecek gücü ve parası var!
-Aynen öyle! Gücü olmayanları düşünemiyorum. İnsanlar o yüzden dava açmıyorlar, haklı oldukları halde peşine düşmüyorlar. Ama çok acıdır ki, onların yüzünden bir kız çocuğu yüzde 100 engelli geldi bu dünyaya. Bu, yenilir yutulur bir şey mi? Bakın Amerika’da Zeynep’e bakıyorlar ve diyorlar ki, “Türkiye’nin kırsalında mı oturuyorsunuz? Büyük şehirlerde, büyük hastanelerde böyle bir şey asla olmaz!” Bu dava Amerika’da açılmış olsaydı, çok çok büyük tazminat rakamları çıkardı.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla