Kemoterapi alanlar için öneriler

Kategori: Kanser Print

kanser kogresiHasta yakınlarına açık tek ulusal kanser kongresi niteliğinde olan 3. Lösemi Lenfoma Miyelom Hastaları Kongresinde; Balık ve balık yağının kemoterapi sırasında zararlarından, Lenfoma tedavisi sonrası 7 kat artan kalp hastalığı riskine kadar kanser hastalarını ilgilendiren pek çok başlık tartışıldı.

LLMBİR Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan, kemoterapi tedavisi gören hastalar arasında sıkça karşılaşılan balık yağı kullanımının sakıncalarına değindi ve balık yağı veya yoğun balık tüketiminin bu dönemde sanıldığı gibi fayda yerine hastaya zarar verdiğini anlatarak kemoterapinin etkilerini azalttığını söyledi. LLMBİR Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sema Karakuş ise fiziksel aktivite yani egzersizin Hodgin Dışı Lenfoma (HDL) gelişme riskini de yüzde 30’a kadar azalttığının kanıtlandığını vurguladı. LLMBİR Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Başak Erdem, bitkisel tedavilerin kan kanserlerinde hiçbir faydası olmadığına dikkat çekti ve “Kan kanserleri bitki, ot ve çöp benzeri alternatif tedavi yöntemleri ile iyileşmez” dedi. LLMBİR Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Harun Akın da Türkiye’de kanser alanında klinik araştırmaların kanayan yara olduğuna işaret ederek “Ülkemizde klinik araştırma sayılarının arttığına ilişkin bilgiler olmakla birlikte hala yetersiz. Oysa hastaların çok önemli olduğu düşünülen bir ilaca ulaşabilmeleri için bu araştırmaların sayısının artması gerekiyor” diye konuştu.

Kemoterapi alanlar için öneriler

Balık ve balık yağı kemoterapi sırasında hastaya zarar veriyor

Balık ve balık yağı tüketiminin kemoterapi evresindeki kanser hastalarında ciddi olumsuz etkileri olabileceğini anlatan Prof. Dr. Muhit Özcan, bu konuyla ilgili Hollanda’da Laura G. M. Daenen ve arkadaşlarının yaptığı, Nisan ayında JAMA Oncology Dergisi’nde yayınlanan bilimsel bir araştırmaya değinerek “400 hasta ve sağlıklı insanlar üzerinde yapılan bu araştırmaya göre balık ve balık yağı tüketimi kemoterapinin etkilerini azaltıyor. Araştırmaya göre bu ürünlerde çok çok düşük (pikomolar) seviyelerde bulunan bir yağ asidi (PIFA= endojen platinum induced fatty acid) dalaktaki bazı hücreleri uyararak tedaviye direnç yaratıyor. Bilindiği gibi balık yağı katkıları kanser tedavisi gören hastalar tarafından gereksiz ve yaygın olarak kullanılmakta. Ayrıca bazı balık türlerinde de bu yağ asidi fazla miktarda bulunmakta. Bu çalışma, kemoterapi sırasında hastaların balık yağı ve hatta balık yemeklerinden uzak durmaları gerektiğini işaret etmektedir. Özellikle kemoterapi öncesindeki 3 gün ve sonrasındaki 3 gün bu açıdan önemli görünmekte” dedi.

Gazozda kanser yapıcı madde tehlikesi

Gazozun da kanser yapıcı etkileri olabileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Özcan, sözlerini şöyle sürdürdü: Sodalı içeceklere renk vermek için kullanılan yapay karamelizasyon (karamel boyası) işleminin sakıncalı olabileceği anlaşıldı. ABD’de 2007 yılında yapılan bir araştırma ile 4-metilimidazol (4-Mel) isimli kimyasal maddenin farelerde kanser yaptığı gösterildikten sonra IARC 2011 yılında bu maddeyi potansiyel kanserojen ilan etmişti. PLOS One dergisinde Şubat 2015 tarihinde yayınlanan çalışma, ABD’de Kaliforniya ve New York’ta satılan sodalı içeceklerin farklı miktarlarda 4-Mel içerdiklerini ve bazı marka içeceklerde düşük, bazılarında yüksek miktarda 4-Mel olduğunu ortaya koydu.

Lenfomadan iyileşenleri bekleyen büyük tehlike: Kalp hastalığı riskleri 7 kat artıyor

LLMBİR Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Sema Karakuş, meme ve kolon kanserinde olduğu gibi hematolojik kanserlere karşı da egzersizin önemli bir silah olduğunu belirtti. Lenfoma tedavisi gören hastaların ileriki yıllarda kalp hastalıklarına karşı normal nüfusa göre çok daha yüksek risk altında olmasının da egzersizin önemine işaret ettiğini belirten Prof. Dr. Karakuş, şu bilgileri verdi: Hollanda Kanser Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırma var. 1965’den bu yana Hodgkin lenfoma tanısıyla tedavi edilip iyileşen 2524 hastanın sonuçlarının yayınladığı bu araştırmaya göre hastaların 797’sinde kalple ilgili bazı sorunlar yaşandı. Koroner damar hastalığı, kalp kapakçık hasarı veya kalp yetmezliği bunların başında geliyor. Genel nüfusla kıyaslandığında bu, 4-7 kat daha yüksek risk anlamına geliyor. Ortalama 18 yıl sonra bu sorun kendini gösteriyor. Tedavinin üzerinden 35 yıl veya daha fazla süre geçen hastalarda ise sağlıklı insanlara göre 4-6 kat artmış kalp damar hastalığı riski bulunduğu tespit edilmiş. Özellikle 25 yaşından önce Hodgin lenfoma tanısı konup tedavi edilen hastalarda risk daha yüksek bulunmuş. Göğüs kafesine radyoterapi ve antrasiklin içeren kemoterapi şeması alan ve sigara içen hastalarda riskin çok daha arttığı gösterilmiş. Burada egzersizin önemi çok büyük. Biz dernek olarak egzersizi her şeyin önünde destekliyoruz.

Prof. Dr. Karakuş, “İngiliz Kolombiya Üniversitesi Halk sağlığı ve Kanser Kontrol Araştırmaları Bölümü’nün yaptığı araştırma sonucunda;  fiziksel aktivitenin meme ve kolon   kanseri gelişme riskini azalttığı daha önceden gösterilmekle beraber hodgkin dışı lenfomalarda da (HDL) fiziksel aktivitenin yeri tam olarak bilinmiyordu. British Colombia’da  yapılan bir araştırmada 2000-2004 yılları arasında her yaştan 820 (yüzde 59’u erkek) HDL hastasının kanser kayıt bilgileri değerlendirildi. Günlük ve haftalık hafif, orta ve ağır fiziksel aktiviteleri hayatlarının her 10 yıllık dönemlerine göre sorgulandı. Sonuçlar benzer yaş ve cinsiyetteki sağlıklı kişilerle karşılaştırıldığında hayatları boyunca yoğun fiziksel aktivite gösterenlerde  HDL gelişme riskinin yüzde 25-30 oranında azaldığı görüldü. Bu azalma özellikle solunum ve kalp hızını artıran fiziksel aktivitelerde çok daha belirgin oluyor” dedi.

Şarlatanlar kan kanseri tedavisini baltalayıp hastanın hayatını tehlikeye atıyor

Bitkisel tedavilerin kan kanserlerinde hiçbir faydası olmadığına değinen LLMBİR Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Başak Erdem, kanser tedavisinde sözde başarılı olduğu iddiası ile hastalara sunulan, bilimsel çalışmalarla kanıtlanmamış, modern tıp uygulamalarının yerine konan veya asıl tedavinin ikinci planda tutulmasına neden olan ürün ve uygulamaların tümünün alternatif tedavi yöntemleri olarak adlandırıldığını söyledi. Erdem, “Bu yöntemler tamamlayıcı tıp uygulamalarından farklı olup, hastaları modern tıptan uzak tutarak doğru ve etkin tedavilere ulaşmalarına engel olmaktadır. Son yıllarda ülkemizde hekim veya hekim dışı kişiler alternatif tıp alanındaki ekonomik rant uğruna hasta ve hasta yakınlarının bilgisizlik ve çaresizliklerini kullanarak medyada ve televizyonlarda daha fazla görünür hale gelmeye başlamışlardır. Kullandıkları ürünleri veya yöntemleri ise daha az tepki çekmek adına ‘alternatif tedavi ürünleri’ yerine ‘tamamlayıcı tedavi ürünleri’ adı altında sunmaktadırlar. Alternatif tedavi ürünlerinin modern ilaçlar gibi sentetik olmadığı, doğal olduğundan yola çıkarak hastalar kandırılmaya çalışılmaktadır. Bu ürünler bırakın faydalı olmayı hastaya zarar vermekteler. Bu ürünlerin bazıları esas tedavi ilacının etkisini azaltmakta veya tümüyle yok etmekte iken, bazıları kan sayımında bozulmalara yol açarak, bazıları da karaciğer veya böbrek işlevlerini bozarak hastanın tedavi şansını elinden almaktadır” diye konuştu.

Kanser ilaçları yıllar süren araştırmalar sonucu kullanıma giriyor

Kanser tedavilerinde hali hazırda kullanılan modern tıp ilaçlarının yıllarca süren çeşitli araştırma aşamalarından geçtikten sonra hastalar üzerinde kullanıldığının altını çizen Başak Erdem, şu bilgileri verdi:

“Bir örnek verecek olursak Amerika’da Ulusal Kanser Enstitüsünde her yıl yaklaşık 2500 bitki ve deniz organizması kanser tedavileri açısından test edilip ancak yüzde 2’si fare çalışmalarında kullanıma uygun bulunmaktadır. Bu aşamaya kadar yaklaşık 250-500 bin dolar kaynak ayrılır. 2 tür hayvanda bu ilaçlar denendikten sonra onay alınarak insanda ilaç çalışmaları başlayabilir. Üç aşamayı geçen ve etkili olduğu bulunan ilaçlar Amerika, Avrupa ve Türkiye’deki kuruluşlarca onaylanarak (FDA, EMEA, Sağlık Bakanlığı) kullanıma sunulur. Tüm bu pahalı ve uzun süren yöntemlerin hiçbirisi alternatif tedavileri uygulayan kişiler tarafından uygulanamazlar. Alternatif tıp alanında kullanılan popüler bitkisel ürünlerle ilgili (zakkum, reishi mantarı, ökse otu, kantaron otu gibi) bilimsel çalışmalar yapılmış veya araştırmalar sonucu faydalı olduklarına dair anlamlı sonuçlar elde edilebilmiş değil. Oysa kan kanserlerinin tedavisinde kullanılan kemoterapiler ile bugün çok önemli gelişmeler sağlanmış ve sağlanacaktır. Bu konuda tüm dünyada önemli çalışmalar devam etmektedir. Tüm bu gelişmeleri göz ardı ederek faydası olmadığı gösterilmiş veya yararı olduğu konusunda klinik çalışmalarla desteklenmiş bilimsel bir dayanağı olmayan alternatif tedavi adı altındaki bitki, ot ve çöplere hastaların yönlendirilmesi ve bu yönlendirmelere özendirici programlar ve reklamların yapılması, hem insan haklarına hem de insan sağlığına aykırıdır. Kanıtlanmış tedavilerden de hastaların uzak kalmasına neden olan bu hekim veya hekim dışı alternatif tedavi uygulayıcılara yasal yaptırımların uygulanması gerekmektedir.”

Kanser alanındaki klinik araştırmaların desteklenmesi hem hasta hem sağlık maliyetleri açısından önemli

LLMBİR Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Harun Akın da Türkiye’de çok yetersiz olan klinik araştırmaların kanser hastalarının yeni ilaçlara ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olabileceğini söyleyerek “Son yıllarda ülkemizde klinik araştırma sayılarının arttığına ilişkin bilgiler olsa da halen çok yetersiz. ABD’de bile kanserli hastaların yüzde 2’sinden azı klinik araştırmalara girebilmekte. Bizim ülkemizde bu sayının çok daha az olduğunu gözlemliyoruz. Oysa klinik araştırmaların pek çok faydaları var. Birincisi, hastalar çok önemli olduğu düşünülen bir ilaca erkenden ulaşabilirler. İkincisi, bu ilaçların bazılarının aylık bedelleri 10 bin doların üzerinde; bu rakam ve tüm tahliller tamamen araştırma bütçesinden ödenmekte ve SGK büyük bir yükten kurtulmakta. Bu da yılda 50-100 milyon dolar sınırını geçebilir. Üçüncüsü, araştırmalara giren hastalar çok katı kurallarla izlendiğinden tedavide hata olasılığı çok azalmakta ve hastalar çok önemli kişi (VIP) uygulaması görmekte. Dördüncüsü, genç akademisyenler, klinik araştırma yapma disiplinine sahip olmakta. Son olarak da ülkemizin bilim dünyasındaki yeri kuvvetlenmekte. Bu nedenlerle klinik araştırmaların önündeki bürokratik engeller kaldırılmalı ve çalışmalar hız kazanabilmeli.

YAZIYI PAYLAŞ

YORUMUNUZ VAR MI?

guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
Tüm yorumları gör
Araç çubuğuna atla